24 Nisan 2014 Perşembe

“Gözlerini kapa, kalbini aç”...Karşında Selman Bulut…

Radyo’da, Devrimci Müslüman çevreden Yazar, Eren Erdem ile programdaydık. Şöyle bir soru sordum: “İktidardakiler ve destekleyenleri türban, içki, kadın-erkek meselelerinde dini referansları dikkate alıyorlar. Peki, bunu kapitalizm konusunda neden hiç görmüyoruz. İslam kapitalizm ile bu kadar uyumlu bir din mi? “

Eren’in yanıtı ayrıntılı ve doyurucuydu. Peygamberin ve yakınında bulunanların yaşam biçimini örnek gösterdi. İhtiyaçtan fazla mal biriktirmenin (kenz) haram olduğunu ayet ve hadislerle ortaya koydu, sohbet bu minvalde akıp gitti. 

Programdan sonra,   Onur Ünlü’nün “İtirazım Var” filmine gittim. Filme konu edilen meseleler ile İslam tarihinde örnek gösterdiği isimler bizim Eren ile programda konuştuklarımızla birebir aynıydı, neredeyse. 


FİLMİN EKONOMİ-POLİTİĞİ
Kestirmeden girelim, Onur Ünlü’nün (Sırrı Süreya ile birlikte) ne anlattığına. 
Onur Ünlü, bize demek istiyor ki filmiyle: Bu güncel sorunların kökü, derine, asırlardır devam eden dini anlayış ile bu anlayışın biçimlendirdiği ahlak ve vicdan çarpıklığına dayanıyor. Bir: Emevi İslamı olarak nitelenen dini anlayış. İki: Bu anlayışın günümüzde kapitalizm ile bire bir  uyumlu halde iktidarını kurması… Bu temel ekonomi politik üzerinde ilerleyen film, sürekli yan pencereler açarak son derece manidar bakış açıları sunuyor.
Filmin kahramanı  İmam, “biz de Muaviye’nin İmamı değiliz” diyerek  İslam tarihinin bin yıllık karşıt iki yorumunda yerini net olarak belirliyor ve günümüze sirayet eden Emevi İslamına kökten bir reddiye gönderiyor. 


MEZHEP AYRIMCILIĞINA TAVIR
Bir kere film, son derece güzel bir sahneyle açılıyor. Cami, alışılageldiği gibi bir ilahi ile değil bağlama eşliğinde söylenen bir Alevi deyişi ile tanıtılıyor. Hem de sözleri Şah İsmail’e ait olan (Hatayi) bir deyiş. 

Muhabbet bağında bir gül açıldı
Bir derdim var bin dermana değişmem
Yüküm lal-i gevher mercan saçarım
Bir derdim var bin dermana değişmem

Deyişin içeriği anlamlı.  Çünkü İmam, aslında dertsiz başına dert alıyor bir bakıma. İnsanı sürekli ahlak ve vicdan çizgisinde tutan, dertler…Yani insanı insan yapan dertler…(Günahla sınanmayan insan Kemalete eremez) 

Üçüncü Köprü’ye  Yavuz Selim isminin verildiği bir dönemde deyişin Şah İsmail’den seçilmesi bana “manidar”  geldi. Aynı zamanda filmin tamamına hakim olan mezhepçilik, ayrımcılık karşıtı  anlayışı da çok iyi tarif ediyor bu sahne. Değilmi ki bağlama,Cemevine özgü bir enstrüman olarak algılanır ve değilmi ki sırf bağlama eşliğinde (telli kuran) ibadet edildiği için Recep Tayyip Cemevine “çümbüş evi” demiştir. İşte Onur Ünlü bu telli kuranı bir cami imamının eline vererek mezhep ayrımcılığına net bir tavır koyuyor. Sırf bu değil, Yunus Emre’den dörtlükler okuyarak da yerleşik katı,asık suratlı  sünni anlayışın tasavvuftan koparak ne kadar büyük bir zenginlikten mahrum kaldığını da yüzümüze vuruyor. İslam’ın sadece şekilsel rituellerden ibaret olmadığ, beyaz perdeden şöyle bir cümle ile ifade ediliyor,  “Gözlerin kapa, kalbini aç” 


DEVRİMCİ-ANTİKAPİTALİST İSLAM
Camiden İmama geçelim. İmam’ın adı Selman Bulut. Giyimiyle kuşamıyla bıyığıyla sarığıyla tipik bir İmam.(film boyunca üzerinde aynı gri süveter vardı)  Ama gelgelim bağlama çalması, dini anlayışı, gerektiğinde içki içmesiyle bir anti-kahraman. Bildiğimiz tüm ezberleri bozuyor. İsminin Selman olması da bana yine “manidar” geldi. Çünkü Selman ismi Selman-ı Farisi’den gelir ki Şii ve Alevi inancında çok yaygın bir isimdir. Ve Selman, Hz. Muhammed’e en yakın ve en sadık  sahabelerdendir. 
Filmde sadece Selman ismiyle simgesel anlamda değil, Ebu Zerr El Giffari’den bahsedildiği ve ondan çarpıcı sözlerin aktarıldığı sahnelerde son yıllarda giderek ilgi gören “Devrimci-Antikapitalist” İslami yorum adeta doruğa çıkıyor.   İlahiyatçı İhsan Eliaçık’ın bir vaazının bire bir aktarıldığı sahne bilenlere mutlaka Ali Şeriati’nin sol İslami çizgisinin yanı sıra Onun Ebu Zerr kitabını da hatırlatmıştır. 

Ebu Zerr, Hz. Muhammed’in sadık bir destekçisi. İslamiyet’i kabul eden ilk dört kişi arasındadır. Peygamberin vefatından sonra Hz. Ali’nin yanında yer alıyor. Osman’ın halifeliği eline alması ve “Emevi İslamı” olarak adlandırılan baskıcı, ayrımcı,devletçi  sağcı anlayışın ilk filizleri yeşerir yeşermez tüm benliğiyle bu anlayışa muhalefet etmiştir. 
Emevi yöneticilerinin devlet malını  yandaşlarına peşkeş çekmesine karşı tavizsiz mücadelesiyle öne çıkmıştır, Ebu Zerr.(Ebu Zerr ile Muavi’ye Türkiye’de Cumhurbaşkanlığı seçimine girseler hangisi kazanır acaba..?)  İhtiyaçtan fazla zenginliğin haram olduğunu bildiren Kuran ayetlerini rehber edinmiş,  sürgün üzerine sürgün yemiştir. 
Ebu Süfyan, Mervan, Muaviye, gibi İslam tarihinin eli kanlı zalimlerine karşı asla yılmamış boyun eğmemiştir. 80 yaşını aşmasına rağmen sürgün edildiği Rebeze Çölü’nde üzerinde hiçbir mal mülk olmadan yaşamını yitirmiştir. Tüm bu özellikleriyle Ebu Zerr, mezhep anlayışlarının üstünde Kuran ve Peygamber dininin simgesel ismidir. 
Filmin her sahnesine Ebu Zerr’in ruhunun sindiğini kolaylıkla söyleyebiliriz. Filmin bir sahnesinde Ebu Zerr’den aktarılan şu söz bana göre günümüz iktidarının içinde bulunduğu yolsuzluk sarmalına yapılmış en sert eleştiri,  hatta Müslümanlara çağrıdır:  “Geceyi aç geçirip sabahına kılıcına davranmayanın aklından şüphe ederim”. 


CAMİYE AYAKKABISIZ GİRİYORLAR
Camide öldürülen tefeci sık sık namazda saf tutan biri. Yaygın anlayışa göre dininde diyanetinde iyi bir adam. Ama işte bir tefeci  olduğu ortaya çıkıyor. Hem de çocuk istismarcısı bir tefeci. Cinayetten sonra camiye sinen ağır koku acaba bu tefecinin pis kokusu mu yoksa camiye girerken ayakkabılarını çıkaran polislerin ayak kokusu mu? Bu iki seçeneği pis kokunun kaynağı olarak bize sunan film, “camiye ayakkabıyla girdiler” propagandasına şahane bir gönderme yapıyor. “kapitalizmin  her türlü pisliğine bulaşan işadamları, yandaşlar, dindar görünen bağzıları ve çocuklarımızın kafasını biber gazı kapsülüyle patlatan polislerin pis kokuları camileri bile sardı ey Müslüman…Sen hala şiddetten can havliyle kaçıp camiye sığınan gençlere takılıp kalmışsın” dercesine…


DİN-HAKİKAT İLİŞKİSİ
Filmin alt okumalarından biri de “hakikat nedir” sorusuna yanıt aranmasıdır. Burada sık sık tekrarlanan “bütün korkaklar hakikatin esiridir” cümlesi ile İmam Selman Bulut’un din hakikat ilişkisinde çıktığı yolculuğun nerelere vardığı görülüyor. Öyle ki Selman Bulut, neden sadece tek bir tanrıya inanmamız gerektiğine rasyonel bir yanıt bulmak için antropoloji okuyor. Hegel’e kadar uzanıyor. Hatta, tam olmasa da işte “Hegel Kadar” yanıt bulabiliyor hakikat arayışına. Bu noktada Hegel’in hakikat anlayışı devreye giriyor. Yani, sürekli bir değişim içinde olmak ve bu değişimin temel itici gücünün de çelişkiler olması. Böylece Hegel’de varlık ile yokluk aynı kapıya çıkar. Hakikat varlığın yokluğa, yokluğun varlığa geçmişliğiyle devinimini sürdürür…


GÖNDERMELER…GÖNDERMELER..
Demiştik ya, film Türkiye gündeminde tartışılan bir çok soruna göndermelerle yüklü. Hatırlarsanız öğrenci evlerinde kızlı erkekli kalıyorlar diye bir tartışma başlatmıştı hükümet. İşte bu tartışma filmde İmam’ın öğrenci kızı üzerinden üstelik Diyanet’in memurlarının önünde ve onların çatık kaşlarının gölgesinde tartışılıyor. Tam bu sırada İmam’ın “sokarım imam nikahınıza” diye radikal şekilde imam nikahının kirleri temizleme aracı yapılamayacağı üzerine verdiği küçük vaaz filmin doruk noktalarından birini oluşturuyor. 
Sırf imam nikahı değil..Kadına uygulanan şiddet de polisin kişiliği üzerinden sorgulanıyor. Kibir diyor imam…Senin eşini dövmek istemen ama dövmemen kibirdendir ki kibir Kuran’da en büyük günahlardan sayılıyor. “[Nahl 29] -(Allah, kibredenleri sevmez.) [Nahl 23]”


BÜTÜN SAHNELER BİRBİRİNİ TAMAMLIYOR
Evet..Filmin bir çok sahnesi birbirini tamamlayarak, vermek istediği mesajı güçlendirerek ilerliyor. 
Mesela , elektrikçinin tam faiz haramdır dediği sırada vurulması. 
Mesela , her türlü pisliğin , suçun döndüğü bir ortamda taş atan çocukların sahneye girmesi (taş atan çocuklar uzun süre Türkiye gündeminde yer aldı. Yüzlerce çocuk bu nedenle ceza aldı, yıllarca yattı., çoğu cezaevlerinde tacize, tecavüze uğradı) 
Mesela, bankaların kredi kartı vermek için ısrar etmesi ve ihtiyacınız olmasa bile kredi kartını bir kez aldınız mı kullanmak zorunda kalmanız. 
Mesela tefeciden kalan bir defter var. Bu da Reza’nın rüşvet defterini hatırlattı. 
Mesela, Beşiktaş meydanında çekilen sahnede Gezi Direnişi’nde yitirdiğimiz çocuklarımızın posterleri kadraja giriyor.

  • Mesela, tefecinin soyismi Kalyoncu..Bütün ihaleleri alan ve havuza atan birilerini hatırlatıyor. 

Mesela İmam, hesabında 1.5 trilyon para olduğu için utanıyor. Mesela, hükümette tanıdığım olsa niye kredi çekmekten korkayım diyor. 

NEDEN +18

Film, Türkiye’nin gündemindeki bir çok tartışmada siyasal, ahlaki,vicdani tavır alıyor. Tam bu noktada da filmin, Kültür Bakanlığı tarafından neden 18 yaşın altındakilere yasaklandığı net olarak anlaşılıyor. Çünkü, film, yerleşik Sünni, çoğunluk, diyanet İslam anlayışına adeta savaş açıyor. Günümüz Türkiyesinde son derece cesaret isteyen  diyaloglar ve sahneler üst üste akın ediyor beyaz perdeye. Bu da AKP hükümetinin asla geçit vermeyeceği bir durumdur. Çünkü en büyük güçleri şu andaki dini anlayışın iktidarı, iktidarın da dini anlayışı sorgulamadan karşılıklı olarak birbirlerini beslemeleri, büyütmeleridir. 



***

Evet…İtirazım Var’da esaslı bir din, kapitalizm, sistem eleştirisi yapılıyor. Bu kadar çok konuda mesaj vermek bir film için risklidir aslında. Ancak son derece cesur çıkışı  seyircinin gönlünü fethetmeye yetiyor. Filmin oyuncu seçimi ve performansları ile diğer teknik özellikleri hakkında söz söyleyecek birikime sahip olmadığımı belirteyim, şu kadarını ekleyerek: Türkiye’den esaslı bir polisiye senaryonun çıkması ve bunun iyi bir kurguyla sunulması için galiba daha alınması gereken çok yol var. 

Son olarak…İmam Selman Bulut sıra dışı dedik ya…Film boyunca cep telefonu üzerinden gelen mesajlarla bilmediğimiz biriyle satranç oynuyor. Bir sahnede satranç için gelen mesajların” A” diye telefona kaydedildiğini görüyoruz.” A”’ın kim olduğuyla ilgili aklımıza en sıra dışı ihtimal geliyor, tövbe estağfurullah…
***

Filme, Eren Erdem ile başladık.Ali Rıza Demircan ile bitirelim. Sinema çıkışı  ne var ne yok diye internete göz atınca karşıma ilk çıkan haber İlahiyatçı Ali Rıza Demircan’ın açıklamaları oldu. Yolsuzluk yapmanın, rüşvet alıp vermenin,   günah, haram olduğu konusunda tek cümle etmeyen Demircan, yolsuzlukları, rüşveti hatta fuhuşu ortaya çıkaran tapelerle ilgili şöyle diyordu: “bu tapeleri dinleyip içeriklerine dair bir yargıya varmak haramdır. Sadece dinlemek bile haramdır.”


Ne diyelim...“Lâ havle ve lâ kuvvete illâ billâhil aliyyil azîm”  

10 Nisan 2014 Perşembe

NASIL?

Abdurrahman Demir,Sevdin Özen, İsa Topal, Ahmet Yahal, Barış Kıyak,Hakim Alican,
Fatih Acun, Ahmet Keskin, Bayram Ege Pehlivan, Çetin Çoşgun, Seyfettin Topal.


AVM UZAYA, İŞÇİLER MEZARA
İstanbul Beylikdüzü’nde dev bir alışveriş merkezi… AVM’nin  teması: Galaksi. İçinde Uzay Parkı ve Müzesi de var. Hemen girişte İstanbul’un “Kadir Abisi”nin  Saray Muhallebicisi.Tıklım tıklım dükkanlarda durmadan tıkınan insanlara baktıkça Madımak Oteli’nin girişindeki kebapçıda yıllarca et yiyen insanlar geliyor aklıma, midem bulanıyor. Çünkü iki yıl önce bu AVM inşaatında çalışan 11 işçi kış ortasında yanarak kül olmuşlardı. İşte bu uzay temalı AVM, bu 11 işçinin külleri üzerinde yükseldi. 700 trilyonluk yatırım yapanlar kış ortasında işçileri naylon çadırlara mahkum etmişlerdi. Allah’tan korkup, kuldan utanmayan bu adamlar göz göre göre işçileri yakmışlardı. Henüz tek bir sorumlu bile cezalandırılmadı. 


SORUMLULURA BERAAT 

Selçuk Başlar, Zübeyir Bal, Sevdat Çelik, Metin Erdoğan, Semra Bakkal, Aslan Doğan, Lezgi Şimşek, Hüseyin Tayranoğlu, Heybetullah Güleç, Orhan Saday, Kazım Nişli, Yaşar Kara,  Gülhan Çabuk, Kadir Cesur, Halit Alkan, Niavroz Mamadov,Hacıyev Sehriyar Recepoğlu, Ömer Boyraz, Ömer Vural, Hasan Akhun, Mehmet Coşkun.

Bu isimler size bir şey ifade etti mi..? 

Etmedi. 

İsimleri tek tek okumak bile zor geliyor değil mi? Medyanın yaptığı gibi kolay anlaşılır hale getirelim. 2008’de Davutpaşa’da ruhsatsız havai fişek atölyesinin patlaması sonucu can veren 21 işçi. Dava 6 yıldır sürüyor. Pazartesi günü yapılan 17’nci duruşmada Savcı, İBB, Zeytinburnu Belediyesi, Çalışma ve İçişleri Bakanlığı yetkilileri dahil sorumluların çoğu hakkında beraat istedi. 

***

Lütfü Bulut , Yaşar Bulut, Kahraman Baltaoğlu.
Daha birkaç gün önce yitirdiğimiz bu işçileri de eminim ki çoktan unuttuk. Başbakanın bir an önce bitirin dediği üçüncü köprü ve havalimanı inşaatında canı pahasına çalıştırılan bu üç işçi 50 metreden yere çakılarak can verdiler. 

***
Recep Tayyip , 12 yıllık AKP döneminde Cumhuriyet tarihinde görülmemiş gelişmenin, büyümenin sağlandığını sık sık tekrarlıyor?Öyle bir gururla anlatıyor ki sanki Bilal çalışıp kazanmış.Pazartesi günü Karşı’da,  Barış Pehlivan da yazmıştı, AKP iktidarının ilk 10 yılında 11 bin 706 işçi, iş cinayetlerinde hayatını kaybetti. Taşeronlaştırma katlanarak artıyor. Ücretler düşüyor.  


İŞÇİ CESETLERİ ÜZERİNDE YÜKSELEN FAŞİZM

Şimdi gelelim, işin en can alıcı noktasına.

AKP’nin, faşist bir düzen kurmaya çalıştığını artık net olarak biliyoruz. Ama maalesef AKP faşizminin işçi ölümleri, emek sömürüsü boyutu hiç gündeme gelmedi. Hele ki son günlerde öyle bir algı yaratıldı ki twiter , facebook ve youtube açıksa özgürüz, kapalıysa özgürlük yok. Halbuki asıl faşizm işçilerin cesetleri üzerinde inşa ediliyor. Gidin Beylikdüzü’ndeki o devasa 
AVM’ye bakın. Bir faşizm anıtıdır. 

Bu utanç anıtı AVM, büyük kutlamalar, eğlenceler eşliğinde açıldığında biz 100 binler olarak toplanıp itiraz etmedik, edemedik. 
Üçüncü köprü, havalimanı yapılmasına karşı çıkıyoruz değil mi? Geçmiş ola…Bu inşaatlarda can veren üç  işçi yapayalnız gömüldükten sonra neye, nasıl  karşı çıkacağız.? 
Önümüz 1 Mayıs.Türk iş, DİSK, KESK…Hangi konfederasyonun gündeminde bu korkunç sömürü tablosu var?

*** 

Ey Solcular.! Marks, “Bugüne kadarki tüm toplum  tarihi, sınıf mücadeleleri tarihidir.”derken, işçi sınıfını bir yana bırakarak nasıl devrim yapacaksınız?

Ey Müslümanlar! Hz.Muhammed, "İşçinin hakkını alın teri kurumadan önce veriniz, demişken, siz işçi cesetleri üzerinde yükselen AVM’lerde ki mescitlerde nasıl namaz kılabiliyorsunuz?

Ey, Liberaller, Demokratlar.! İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi,  “Herkesin adil ve elverişli koşullarda çalışma ve işsizliğe karşı korunma hakkı vardır.” derken siz bu işçi kıyımından bir kez bile bahsetmeden nasıl demokrasi üzerine saatlerce konuşabiliyorsunuz?

 Nasıl? 

1 Nisan 2014 Salı

Kime Oy Vereceğiz?

Sokakta, evde, işte…Yani hayatın içinde, “kime oy verelim “ diye o kadar çok muhabbet oluyor ki bir kısmını bu köşeye taşımak istedim. 

 “Ben CHP’li değilim, ama bu seçimde Sarıgül’e  oy vereceğim yeter ki Tayyip gitsin:” Haklısın. Yabana atılacak bir gerekçe değil. Başımızda öyle bir hükümet var ki Recep Tayyip öyle bir nefret ettiriyor ki kendisinden,  Sarıgül bile Çaregül oluveriyor. 

“Ben sosyalistim. Ama oyların bölünmesini istemiyorum. Bu nedenle içim kan ağlasa da Sarıgül’e oy vereceğim:” Sen de az tuhaf değilsin yani. Bu mantığa göre sosyalist olmayan bir partiye oy veren bir sosyalist olarak ömrün geçecek. Neyse,  hadi sen de haklısın diyelim . Yalnız yanına  mide ilacını al. Mührü Sarıgül’e basmadan önce “cemaate zulüm yapılıyor” açıklamasını hatırlarsan at bi mide koruyucu, rahatlatır. 

“Aslında gönlüm Sırrı’dan yana ama O da Abdullah Öcalan ile çok içli dışlı:” Bu durumda gönlün niye Sırrı’dan yana anlamadım.Sen Sırrı’yı tanırken O, Öcalan düşmanı mıydı? Ayrıca ne yapacaktı Sırrı Süreyya,  BDP’li, HDP’li olup Abdullah Öcalan’a düşman mı olacaktı. Kürt sorunu barış yoluyla çözülmesin, Abdullah Öcalan ile görüşmeyelim mi diyecekti. 

“Ben Ulusalcıyım. Birinci tehdit mafya tarikat, gladyo iktidarının yıkılması. Haçlı irtica Türkiye’yi bölüyor. CHP; MHP; Atlantik ve Fethullah ittifak halinde. Oyum İşçi Partisi’ne:” İşçi Partiliysen,  İşçi Partisi’ne oy ver, sözümüz yok. Ama bu seçimde mutlaka AKP devrilmeli diyorsan ki diyorsun, o zaman bu İP ile zor. Kaldı ki daha birkaç ay önce CHP ve MHP’ye ittifak çağrısı yapıyordun. Bu iki parti o zaman Atlantik cephesinde değildi de şimdi mi geçtiler o cepheye. Yüzde 1 oyla milli hükümeti nasıl kuracaksın? 

“Aslında CHP’ye oy verebilirdim. Ama CHP sağa kaydı. Sandığa gitmeyi düşünmüyorum:”  Sandığa gitmeyince CHP sola mı kayacak. CHP sağa kaymışsa sen sola kay. Git TKP’ye,ÖDP’ye oy ver. Fazla değil, TKP,  ÖDP  yüzde 2 oy alsın CHP bir daha asla sağa kaymaz, kayamaz. 

“Ben CHP’liyim ama Sarıgül’ü sevmem. Bu nedenle Sarıgül’e oy vermeyeceğim:” İşte sosyolojisine kurban olduğum bu güzel yurdumun en müstesna kişiliği sensin canım kardeşim. Değişiksin. Anlaşılmazsın. Aydın Ayaydın’ın, Sinan Aygün’ün, Mehmet Haberal’ın olduğu partiye oy verdin. Üstelik de CHP’lisin ama Sarıgül’e oy vermiyorsun. Sanki Sarıgül CHP’nin değil  TKP’nin, ÖDP’nin adayı da partiye yakıştıramıyorsun.  Dedim ya değişiksin. 

“CHP benim  desteklediğim, sevdiğim kişiyi  aday yapmadı. Çok kırıldım. İnadına gidip AKP’ye ya da MHP’ye oy vereceğim:” AKP veya MHP  senin istediğin kişiyi mi aday yaptı. CHP senin istediğin kişiyi aday yapsaydı muhtemelen bu sefer başkaları kırılacaktı. Bütün partililerin gidip canı gönülden CHP’ye oy vermesi için 20 kişiyi birden mi aday yapmak gerekir? 

“Ben örgütlüyüm. Düşüncesini benimsediğim bir parti var. Oy oranı ne olursa olsun. Gidip o partiye oy vereceğim:” İşte en saygı duyduğum kişi sensin. Ne denir ki örgütlüsün, çalışıyorsun, mücadele ediyorsun. Daha ne olsun. Gönül rahatlığıyla partine evet mührünü bas geç. Kimsenin sana tatava yapmaya hakkı yok. Yalnız, seçim sonuçlarını görünce “bu halktan adam olmaz” veya “sol neden iktidar olamıyor” diye sen de tatava yapma. 

“Ben DSP’liyim. DSP adayına oy vereceğim:” Sen gerçekten var mısın, hala yaşıyor musun? 

“Ben seçimleri boykot ediyorum:”  Güzel, eylem adamısın. Peki bundan kimsenin haberi var mı? 

“Oy verecek parti yok:” Aşırı sağdan, aşırı sola tüm renklerde, düşüncelerde 50 parti var. Ama sen oy verecek parti bulamıyorsun. Bu durumda “kur partini, geç başına” demek dışında söylenecek sözümüz yok, diyeceğim ama sen bu mükemmeliyetçilikle kendi kurduğun partiye de beğenmesizsin. 



Bu yazı 26 Mart Çarşamba günü KARŞI Gazetesi'nde yayınlanmıştır. 

Topbaş'ın dişleri

Bir anda, her metrede bir karşıma çıkınca, korktum. Sağa bakıyorum, sola bakıyorum, yukarı bakıyorum, aşağı bakıyorum. Hep aynı görüntü: Sırıtmayla gülümseme aralığında bir yüz ifadesi. Başında kask, burun ve göz çizgileriyle iyice müşfik bir havaya bürünmeye çalışan, maviş gözleriyle sevimlilik pozuna giren bir abi, "Kadir Abi".
Peki, ben neden korktum bu abiden? 
Korkumun nedenini anlatacağım ancak önce size reklam panolarına basılan "Kadir Abi"nin arka yüzündeki Kadir Topbaş'tan biraz söz etmek istiyorum. 

Rant baronu
Kaskını çıkarmış, gülümsemesini bırakmış Kadir Topbaş kim bakalım?..
Metrobüs alımında 65 trilyonluk yolsuzluk yapmak. İddiaların taşındığı mahkemeye bir kez olsun katılmamak. 
Önce işi vermek, sonra da göstermelik ihale açmak (ki Mehmet Bekaroğlu iddialarla ilgili görüntüleri yayımlamıştı).
Başbakan'ın oğluna ait olduğu ileri sürülen özel şirket adına iş takibi yapmak (Recep Tayyip'in ses kayıtlarında var). 
En az 1 milyar dolarlık park, yol, alanı olan arsayı hükümete yakın bir hastane zincirine,  beşte bir fiyatla, 210 milyon dolara peşkeş çekmek. 
Daha ne iddialar, neler neler…
Cami arsasını rezidans yapmak üzere imara açmak mı dersiniz, boğazdaki tarihi yapıyı yakınlarına peşkeş çekmek mi dersiniz…
Kadir Topbaş, tüm bu iddiaların hiçbirine doyurucu, ikna edici bir yanıt veremedi, veremiyor. 

Kaynağı belirsiz malvarlığı
Suyu bedava yaptı diye belediye başkanının görevden alındığı bir ülkede tüm bu yolsuzluk iddialarının muhatabı olan bir belediye başkanına "malvarlığın nedir" diye basit bir soruyu bile soran yok. 
60 trilyon değerinde 21  gayrimenkul, 16 şubeli Saray Muhallebicisi,  bankalarda veya evinde bulunan nakit para, mücevher, hediyelerin değeri nedir bilinmiyor bile…
Hadi bu Kadir Tobaş'ın kişisel parası diyelim ve geçelim. 
Bir de Topbaş'ın hesapsız kitapsız harcadığı bizim paramız var. Yani İBB'nin bütçesi. 
 
Yıllık bütçe tamı tamına 25 katrilyon. 18 bakanlığın bütçesinden daha fazla. 
Ama gelin görün ki yıllık 25 katrilyon para harcayan bu yönetim, 20 yılda sadece 68 kilometre metro yapmış. Bu büyük fiyaskonun üstünü örtmek için de "Her yere metro, her yerde metro" diye Gezi'den arakladığı sloganı yazıp, sırıtık fotoğraflarıyla her yere astırıyor. 
Geçen gün Karşı'da Serdar Akinan da yazmıştı. 
İstanbul'da  metronun ulaşımdaki payı yüzde 19. Bu oran Tokyo'da 96, Paris'te 87, Moskova'da 77.
İşte reklam panolarındaki "Sevimli Abi" pozunun altına gizlenen yüz bu. Halkımızın "Çalıyor ama çalışıyor" veciz sözünü bile boşa çıkarıyor. 

Gezi'nin sorumlusu
Her şeyi bir yana bırakalım…
Polisin onlarca gencin kafasını gözünü yardığı, 14 yaşındaki Berkin Elvan'ı katlettiği Gezi Parkı Direnişi'nin yaşandığı bir kentin belediye başkanı,  hala nasıl aday olabiliyor?.. Tamamen sorumluluk alanında olan bir nedenle bu ülke tarihinin en büyük ayaklanması yaşanmış,  adam İstanbul'a gelen Fransız bir turist kadar bile ilgilenmedi olaylarla. 
Bu tuhaf durumdan daha da tuhaf olan,  ana muhalefetin belediye başkan adayının Kadir Topbaş'ın bu "baron" kişiliğini seçim sürecine taşımaması. Tek bir yolsuzluğu bile gündeme getirmemesi. İnsan böyle bir Kadir Topbaş'ı bulmuş, normalde paçavraya çevirir ya… Ama ne yapıyor Sarıgül? "Rant Baronu"nun imaj çalışmasına destek verircesine "Kadir Abi, Kadir Abi" diye kekeleyip duruyor. 

***

Bizi yiyecek 
Şimdi başa, neden korktuğuma dönelim. 
Adam çelik gibi sağlam protez dişlerini yan yana sıralamış. Ucunu sivriltip kırpık bıyıklarının altından sarkıtmış. İstanbul'da artık arsa, arazi, yeşil alan, dere-tepe kalmadı. Ama bu dişler de Saray Muhallebicisi'nin sütlacıyla yetinecek gibi durmuyorlar. Adam açmış ağzını, iştahla bize bakıyor. Hazırlıklarını yapmış, seçilirse üçüncü döneminde artık bizi yiyecek. Korkum bundan. 
Bir başka korkum da sakın Sarıgül'ün de dişleri protez olmasın? 


Bu yazı 28 Mart 2014 Cuma günü KARŞI Gazetesi'nde yayınlanmıştır.