22 Ekim 2011 Cumartesi

Anton Çehov Anadolu'da

Anton Pavloviç Çehov, ünlü tiyatro eseri Martı'nın oyuncularına şöyle seslenir: "Her şey basit olmalıdır... Tümüyle basit... Teatral olmamaktır esas olan..."


Çehov, hep kısa, sade basit ama derin yazdı..Taşrayı, kasabayı, doğa koşullarını, bozkırı ve bu koşullar içindeki küçük insanının bıkkın, durgun kaderlerine razı olmuş hikayelerini...

Bir Taşralının Öyküsü, Bozkır, Korkulu Gece, Doktor Çehov'dan Öyküler (benim okuyabildiklerim maalesef bu kadar) 'de insanın yaralı ruhunu bulursunuz. Çocuklara olan özel duyarlılık da hikayelerine ince ince sinmiştir.
Çehov aynı zamanda bir tıp doktorudur. Hastalarıyla kurduğu ilişki, cerrahlık, ölüm ve hastalarının hikayeleri Çehov'un oyunlarını ve hikayelerini  besler.

                                                                      ***
"Bir Zamanlar Anadolu'da"(BZA) filmini seyrederken ilk anda içime yerleşen  duygu tanıdık geldi..Ama tam çıkaramadım. Filmin sonunda alıntıların Çehov'dan yapıldığını okuyunca kafamda üç ismin görüntüsü yan yana beliriverdi. Çehov, Dr. Ercan Kesal ve Nuri Bilge Ceylan.


BZA'nın senaryosunu Nuri Bilge ve Ebru Ceylan ile birlikte yazan Dr. Ercan Kesal, hekimliğinin ilk yıllarında Kırıkkale'nin Keskin ilçesinde yaşadığı olaylardan yola çıkıyor.


Kesal'ın kişisel hikayesi de Çehov'a benziyor...Sinemayla, edebiyatla,sanatla iç içe olan bir tıp doktoru Kesal. Çehov bunu şöyle anlatır..."Tıp, nikâhlı karım benim, edebiyat ise metresim. Birine kızarsam, geceyi öbürüyle geçiriyorum"

Kesal ve Ceylan'ın aynı zamanda iyi birer Çehov okuyucuları olduklarını da düşünecek olursak karşımıza adeta Çehov, Kesal, Ceylan ortak yapımı bir " Tük-Rus Ortak Bozkır Yapımı Anton Çehov Anadolu'da" çıkıyor...

                                                          ***
BZA'nın hikayesi basit...Aslında bir hikayesi bile yok dinecek kadar basit...Ama bu basitlik içinde her biri bizi başka yollara sürükleyen karakterlerin hikayeleri derinleşerek akıyor. Filmden çıkınca Volkan Konak'ın "herkesin bir derdi var, durur içerisinde" türküsünü içimden mırıldandım bir süre...(duydum: filmde aynı türküyü anımsayan başka kişiler de varmış)  


Nuri Bilge Ceylan görsel olarak bozkırdan olağanüstü zengin görüntüler çıkarırken, film de zaten bozkır tadında akıyor. Başta dümdüz boş, ıssız olan bozkıra ince,dikkatli, duyarlı ve değişik açılardan bakan gözlerle bakınca neler görünür neler...Rüzgarın önünde sürüklenen eşyalar, dolunayın ekinlere düşerken yarattığı senfoni, sağlam bir elmanın yuvarlana yuvalana çürük elmaların yanına kadar   sürüklenmesi ve..Issız bozkırın kulağımıza gelebilecek tüm sesleri..


İşte toprak, işte rüzgar, işte dere: Anadolu...İşte bu Anadolu'da savcı,polis, asker,  doktor ve muhtardan oluşan "Devlet"...Bozuk, yabancılaşmış, işlemeyen, kendi içinde didinip duran devlet...Duyarsız, başındaki işi savmaktan ibaret olan görev anlayışıyla dökülen devlet...

                                           ***
Ceylan, Kesal ikilisi, Neşet Ertaş'ın  Anadolu'nun Ağıdı gibi yükselen  "Allı Turnam" eşliğinde gecenin ortasında karanlık bir bozkırda daha neler anlatıyorlar neler:


Ölüm, intihar, yaşam, kadın, erkek, çocuk üzerine derin, felsefik  tadlar bırakan göndermeler ve  tartışmalarla Ceylan, filminin tüm sahnelerini telkari işçisi gibi işliyor..Bakmamız, görmemiz, ve duymamız için güçlü bir davet sunuyor bize...

Köye güzel bir mezarlık, hastaneye güzel bir morg yapılsa...Ama işte şu bozuk düzen çalışsa da bize daha güzel bir ölüm nasibolsa...


Taşra insanının ölüme, ölü eşyasına, mezarlığa ve morga gösterdiği önem ile ölümün günlük hayatın basit bir fon müziği olarak kalması arasındaki çelişkisi...Haksız da sayılmaz hani. Çünkü ancak ölümle hatırlanan  bir yerdir Anadolu...


İşte ölü otopsi masasında kesilip biçiliyor...Tüm organları sökülüyor ama yanı başımızda bir okul bahçesinde çocuklar top oynuyor. Ölen adamın eşi , torbasında ölü eşinin giysileriyle yürüyüp gidiyor. Kadının peşindeki çocuk ise geri dönüp yola düşen topa şöyle bir vuruyor ve tekrar devam ediyor.


O sırada doktor,sırf bu çocuk için katilin daha az ceza almasını sağlayacak şekilde rapor düzenliyordu...Katili otopsi yapan doktor, katilin çocuğunu emanet ettiği  polis, çocuğundan aldığı taş darbesiyle gece boyunca ağlayan katil ve çocuğunun bilinen babasını öldürdüğü için biyolojik babasını taşlatan anne  "çocuk" un durduğu yerde buluşuyorlardı aslında...Aynen tüm kahramanlarımızın muhtarın güzel kızına bakarken o muhteşem güzellikte buluşması gibi...Güzellik ağlatır katili söyletir...

                                                          ***
Evet, Ceylan ve Kesal  Çehov'un ruhunu orta Anadolu bozkırında dolaştırıyorlardı...Ama karalık gecenin  ara ara aydınlanan sahnelerinde sık sık Dostoyevski hatta Kafka da görünüp görünüp kayboluyorlardı.


Tolstoy'un Çehov için söylediklerini biz de Ceylan ve Kesal için söyleyerek tamamlayalım bu heyecan veren film için ne kadar yazsak eksik kalacak cümlelerimizi: "Bakarsanız adam hiçbir seçim yapmadan, eline hangi boya geçerse onu gelişi güzel sürüyor. Bu boyalar arasında hiçbir münasebet yokmuş gibi görünür. Ama bir de geri çekilip baktınız mı şaşırırsınız. Karşınızda parlak büyüleyici bir tablo vardır.”