26 Ocak 2013 Cumartesi

GÖLGEDE YAZILAN BİR BİRAND YAZISI

“Sevdiğimiz insanın her yalanında bir doğru, Sevmediğimiz insanın her doğrusunda bir yalan ararız.” Dostoyevski

Mehmet Ali Birand’ın ardından yapılan yayınlarda, yazılan yazılarda iki nokta çokça vurgulandı:
Bir: çok iyi gazeteciydi. İki: çok iyi bir insandı.

Bu iki vurgulamada da aslında itiraz edecek bir şey yok. Sonuçta ülkenin en popüler gazetecilerinden biri yaşamını yitirmiş, çoğu öğrencisi ve dostu olan gazeteciler gayet doğaldır ki sevgi ve minnetle anacaklar O’nu.

Fakat medyamızın bu abartma, rüzgar estirme huyu öyle bir noktaya geliyor ki bir yandan bıkkınlık yaratıyor, öte yandan üzerine konuşulan kişiyi de adeta vasatlaştırıyor.

Ortaya objektif, daha mesafeli, analitik ve çok yönlü bakışla bir tek yazıçıkmıyor. Faşizm benzeri bir atmosfer her tarafı kaplıyor, arabeskvari sevgi sözcükleri gerçeğin bir kısmının üstünü örtüyor. Herkesi aynı tonda, aynı içerikte konuşmaya zorluyor. Öyle ki Birand’ın gazeteciliğine övgü dizen öğrencilerinin bir teki bile “Birand kanserden ölmedi, basit bir operasyonda kalbi durdu. Acaba ölümünde ihmal var mıydı?” diye soramadı. (ODA tv ve Yalçın Bayer konuyu sorguladı)

Bir meslek büyüğümüzden, Mehmet Ali Birand’ın gazeteciliğini anlatan şöyle dörtdörtlük bir yazı okuyabilseydik kötü mü olurdu?

Dünyanın bütün ciddi gazetelerinde, televizyonlarında, popüler kişilerin ardından daha ölçülü, daha objektif, daha analitik yazılar yazılmaktadır. Tabii ki incitmeden, nefret söylemine yer vermeden ve sevenlerini rencide etmeden.

O halde Birand ile ilgili yazılan, söylenen tüm olumlu sözlere “eyvallah” diyerek birkaç farklı noktayı vurgulamaya çalışalım.

Bir: Mehmet Ali Birand gazetecilik için bedeli ne olursa olsun sonuna kadar mücadele eden bir gazeteci değildi.

Evet, tehlikeli sulara girmişti,. Malum, Öcalan ile yapılan röportajlar filan… Ama bu röportajlardan dolayı Birand işsiz kalmadı, hapse atılmadı, işkence görmedi. Kürt sorunuyla ilgili yazıp çizdikleri için Işık Yurtçu, Fikret Başkaya, İsmail Beşikçi, Haluk Gerger gibi aydınlarımızın başına gelen Birand’ın başına gelmedi. Çünkü Birand risk gördüğü anda geri çekilmesini bilirdi. 28 Şubat döneminde yine bir PKK röportajısonrasında bir paşanın “PKK seni kullanıyor” demesi üzerine “Aman paşam, siz de beni kullanın... Siz de mesajlarınızı benim üzerimden verin, ben onları yayınlayayım... Beni kullanın paşam!..” demiştir. (Reha Muhtarşahittir)

İki: Dünyaya ve olaylara hep batının, AB’nin ve ABD’nin penceresinden baktı: Diyeceksiniz ki fikirleri ayrı , gazeteciliği ayrı. Evet ama Birand zaman zaman bu çizgiyi net şekilde ihlal etti. 1989 yılında Berlin Duvarı yıkılırken duvara çekiç sallayan Birand’a bir bakın. Orada Birand bir gazeteciden çok sevinçten yerinde duramayan bir misyoner gibiydi.

 Üç: Türkiye’deki çarpık medya sisteminin dışına çıkmamaya dikkat etti. Türkiye medyası 1990’lardan itibaren sistemli bir şekilde kartelleştirildi. Sendika, örgütlenme, gazetecilik hakları adeta medyanın dışına sürüldü. Bankalar batırıldı, şirketlerin içi boşaltıldı. Hükümetlerle al takke-ver külah ilişkiler kuruldu. Binlerce gazeteci işsiz kaldı. Açlığa mahkum edildi, mesleklerini yapamaz hale getirildi. Tüm bu süreçte Birand merkez medyanın en önemli noktalarındaydı. Bu olup bitenlere hiçbir itirazı olmadı. Sesini çıkarmadı. Mücadele eden gazetecilerin semtine bile uğramadı.


Dört: AKP’ye teslim oldu: AKP 10 yıllık süreçte despotik bir yönetimi adım adım kurup, tek adam diktatörlüğüne giderken en büyük desteği medyanın liberal kesiminden aldı. Birand da bu liberal çevrenin içindeydi. Bunca tecrübesi, bunca gazetecilik şöhreti bunca maddi manevi birikimine rağmen hükümetin, başbakanın emrine boyun eğdi. Randevu alıp gitmek istemesine rağmen sırf başbakan istemedi diye Suriye Cumhurbaşkanı Beşar Esad ile röportaj yapmaya gidemedi. Korktu ve sustu. Mesleki olarak zirvedeydi, paraya ihtiyacı yoktu. Yaşı 70’i aşmıştı. Ne uğruna gazeteciliğini sakatlayacak bu hükümet emrine uymuştu..?

Beş: Para ile ilişkileri sorunluydu. Yıllarca Avrupa birliği ile ilgili haberler yaptı. Kimine göre AB’yi ve Ortak pazarı Türkiye’ye anlatan gazeteciydi. AB –Türkiye ilişkilerinde gelinen noktaya baktığımızda Birand gibi sıkı AB savunucuları yıllarca halka doğruları en azından tam olarak söylemediler. “AB”cilik pompalanırken AB’ye karşı tavır alan kesimler adeta aşağılandı. Ancak Birand açısından iş bunun da ötesine geçiyor. AB’nin parasal açıdan desteklediği Kriter adında bir dergi çıkarıyordu. Derginin başında oğlu Umur Birand vardı. Bu dergi resmen para karşılığı AB propagandası yapıyordu. Dünyanın önemli ülkelerinde iyi gazetecilerin bulaşmaktan çekineceği tarzda akçeli işlerdir bunlar. AB konusunda uzmanlaşmış bir gazeteci para karşılığı AB propagandası yapan bir dergi çıkarırsa bu durum o gazetecinin haberlerine gölge düşürmez mi?

Keza, yine parasal anlaşmazlıklar nedeniyle yıllarca en yakınında bulunmuş, “32’nci Gün”ü yönetmiş Rıdvan Akar’ı bir kalemde silmiş, kapının önüne koymuştur. Hem “Son Darbe 28 Şubat” belgeseli hem de Rıdvan Akar’ın tazminatlarının ödenmemesi nedeniyle Rıdvan Akar Birand hakkında tazminat ve ceza davası açtı. Davalar hala görülmekte.

Dikkatinizi çekmiştir, Birand’ın ardından tüm öğrencileri ekranlara akın ederken Rıdvan Akar hiç görünmedi. Biz Birand’ı hep sevenlerinden dinledik. Ya sevmeyenleri O’nu nasıl anlatacaklar?





 


Sonuç olarak: Evet Birand iyi gazeteciydi, dünya çapında gazetecilik formasyonuna ve becerisine sahipti. Ama hepimiz gibi O’nun da zaafları, eksiklikleri hataları vardı. Hataları ve zaaflarının bir kısmıO’nun parlak gazeteciliğini gölgelemiştir. Bu yazıda işte bu gölgeli bölgelerde yazıldı. Bu hatalarını vurgulamamız O’na olan sevgiyi ve saygıyıazaltmayacaktır. Üstelik, evet komplekssizdi ve bu satırları okuyabilseydi en azından kızmazdı.
 




”İnsan her şeyin ölçüsüdür, ne kadar insan varsa o kadar da gerçek vardır”- Protogoras-



 
Bu yazı YURT Gazetesi'nin 26 Ocak 2013 tarihli Kültür Eki'nde yayınlanmıştır.