Polemik

AKP demokratları serisi-1
AKP’ye kapatma davası açılmasından sonra , AKP hükümetinin etrafında kümelenmiş, hükümet medyasında yüksek maaşlarla yazı yazan gazeteci ve akademisyenler adeta şuurlarını kaybettiler.

Basın jargonunda “tetikçi gazetecilik” olarak adlandırılan tarzın doruğunda saldırganlığın dozunu artıran bu kalemlerin yazıları artık “absürd” kategorisine girecek düzeyde gerçeklikten kopmuş durumda. Üstelik bunu yapanların bir kısmı profesör…
***
İşte mümtaz bir karakter: Mümtazer Türköne…

Eşi Özlem Türköne AKP milletvekili olan Mümtazer Türköne, Fethullahçı Zaman gazetesinde yazıyor. Ergenekon Operasyonu bahane edilerek aydınların, gazetecilerin susturulmaya çalışılmasına alkış tutan Mümtazer bakın ne yazıyor:

“Türkiye, Baasçı bir darbe organizasyonunu tasfiye ediyor. Ergenekon soruşturması, Baas modelinde silahlı bir kalkışma ve hükümet darbesi teşebbüsünü deşifre edip, akamete uğratıyor.
Tehdit bizim AK Partililiğimize, CHP'liliğimize, MHP'liliğimize yönelik değil. Tehdit hepimizin varlığını, ülkenin sahip olduğu her şeyi hedef alıyor.”..

Yaa..gördünüz mü tehditi?

ABD dünyanın gözüne baka baka yalan söyleyerek Irak’a girip, Baas yönetimini devirip Saddam Hüseyin’i idam etmiş. 1 milyona yakın sivil Iraklıyı katletmiş…Kuzey Irak’tan Türkiye’ye yönelik tehditler yoğunlaşmış…

İşte tarihin bu en büyük katliamına ve işgaline ses çıkarmayan Mümtazer ve şeyhi Fethullah Gülen, hala Baas Partisi’ni öcü olarak gösterme vicdansızlığını gösteriyorlar.
Vicdansızlık diyorum çünkü bu kadar çarpıtmayı yapabilmek için bırakalım belge-bilgiyi hiç vicdan sahibi olmamak lazım.

Sanki, Türkiye’de 12 Eylül’ü, 12 Mart’ı ABD değil de Baas Partisi yaptırmış…!
***
Kendimizi bu saçma sapan iddiaların çengelinden kurtarıp mikroskobumuzu bu “AK Demokrat” lara çevrelim bakalım ne çıkacak?

Mümtazer Türköne: 12 Eylül öncesi hızlı bir ülkücü…O zaman Ülkücüler ABD’nin kanatları altında güya Türkiye’de komünizm tehlikesini bertaraf ediyorlardı…Türkiye’yi kan gölüne çeviren olayları –katliamları tezgahlıyorlardı.
İşte o zaman Mümtazer bu Amerikan-Ülkücü hatta hızlı bir Türkeşçi olarak koşuyordu.

12 Eylül sonrası Amerika, Özal ile yoluna devam etme kararı alınca Mümtazer’i Anavatan’ın yanında görüyoruz.

90 sonrası artık Özal toplumda yıpranmış, boy kaybetmiş partisi inişe geçmişti. Ölümüyle birlikte de Anavatan devri kapanıyordu.
Amerikancılar hemen yeni bir oligarşik hükümet arayışına girdiler. Buldukları isim ise Çiller’di…

Çiller’in en yakınına göz attığımızda yine karşımıza Mümtazer’ çıkıyor..

İktidarlar ABD’yi, Mümtazer ise iktidarları takip etmeye devam ediyorlardı. Macera devam ediyordu.

Çiller kısa zamanda zaten dar olan kapasitesini zorlamış, iktidarı tüketmiş ancak sırtını çetelere dayayarak ayakta durmaya çalışıyordu.

Türkiye tarihinin en büyük çete ilişkileri ortaya çıkıyordu. Çiller’in ortağı Erbakan “faso fiso” diyerek dalga geçerken Çiller ''devlet için kurşun atan da yiyen de şereflidir'' diyerek Mafya-Çete düzenini ilan ediyordu adeta…

Sonra bu artistik ''devlet için kurşun atan da yiyen de şereflidir'' özdeyişinin mimarının ismi sağda solda fısıldanmaya başladı. Yaygın kanıya göre bu sözün mimarı Mümtazer’di..

Aydınlık Dergisi, Doğu Perinçek ve arkadaşları Susurluk Çetesi’nin tüm ilişkilerini deşifre ederken Mümtazer’ o zamanlar çeteyi savunan Çiller’in en yakınındaki adamdı.

2000’lere gelirken artık Çiller’in işi de bitmişti. ABD’de Bush iktidardaydı, Irak’ı işgal edecekti. Sağlam ittifaka ihtiyacı vardı. Bu ekipte hazırdı zaten: Tayyip Erdoğan-Abdullah Gül…Bu sefer hükümet dışı güç de buna eklemlenecekti. Bu da Fethullah Gülen tarikatıydı.

Mümtazer’ ise yine hedefi 12 ‘den vurmuştu. Yine iktidarın yanındaydı. Fethullahçı Zaman Gazetesinde yazıyordu.Eşi AKP’den milletvekiliydi ve Mümtazer’ demokrat mı demokrattı?

O kadar demokrattı ki, darbelere karşı bizi uyarıyordu: Aman dikkat Bassçılar Türkiye’de darbe yapacaklardı…Sabah 04:00’te evleri basılıp yaka paça gözaltına alınmalarıyla bu darbe önleniyordu. Bunu da bize demokrat Mümtazer’ müjdeliyordu. Her zaman iktidarın yanında yer alan , her zaman muhalefeti eleştiren tek demokratta işte bizim ülkemizde yetişiyordu.


AKP Demokratları serisi-2
AKP Demokratları serisinde bugünkü konuğumuz Şamil Tayyar

Aslında başında AKP gibi bir sıfat ta olsa Şu Şamil’e demokrat demeğe hiç dilimiz varmıyor ama, madem Şamil bu rolü oynamaya meraklı hadi kırmayalım…

Yoksa bu üfürükten Tayyare, Şamil Tayyar’ın neyini anlatacağız: O’nun anlatılacak tek yönü etine buduna bakmadan “demokrat” rolünü oynama densizliğinde bulunmasıdır. Evet, densizdir Şamil…

“1 Numarayı bir Başbakan, bir de ben biliyorum”
1 numara dediği televizyondaki yarışma programlarının kutusunun içindeki rakam değil…
Ergenekon Çetesi’nin 1 numarası…

Peki, aldık kabul ettik…
1 numarayı bir sen bir de başbakan biliyor…Hadi bize söylemiyorsunuz kim olduğunu? Bari şunu söyle:
Bu 1 numarayı sen mi başbakana söyledin, başbakan mı sana söyledi?

Ülkenin MİT’i, Emniyet’i, Genelkurmay’ı, bizzat davanın savcısı var ama gerçeği bir tek Şamil ile Başbakan biliyor…
Dedik ya..densiz işte…

Ergenekon soruşturması aşamasında parlatılan Şamil, anlaşılan kendini bu oyuna fazla kaptırıp, bir televizyon kanalına şu sözleri söyleyiverdi: “Tuncay Özkan'ın gözaltına alınmadığı bir ergenekon operasyonu eksik kalır. Tuncay Özkan'ın "mutlaka ama mutlaka" göz altına alınması gerekir. Eğer sonrasında suçsuzluğu anlaşılır ya da bu yönde bir delil bulunursa serbest bırakılabilir…”

Şamil’in gazeteciliğin tüm vicdanına, ilkelerine, kurallarına bir çırpıda tecavüz eden bu sözleri midemizi bulandırmakla kalsa iyi. Bu adam hala Star Gazetesi’nin Ankara temsilcisi.

Şöyle diyor bi yazısında bu üslupsuz Tayyare: “bir 'secret' dostla 'deep' sohbetimiz oldu”
İşte Şamil’in gazeteciliğinin üfürükten Tayyare olduğunu anlamaya bir tek bu cümle bile yeter…

Araştırmacı gazetecilikte yıllarca Uğur Mumcu’yu, Emin Çölaşan’ı, Uğur Dündar’ı, Necati Doğru’yu okuyarak büyümüş gazeteciler olarak şimdi bu Şamil’i nasıl hazmedelim.

En muhalif yönü AKP muhaliflerine muhalefet etmek olan, hükümetin yayın organı konumundaki gazetenin Ankara temsilcisi Şamil’in çok parlatılan Ergenekon ile ilgili kitabı da Fethullahçı birinin kurduğu yayınevinden çıkıyor.

Madem “secret” dostların var , o dostlarla yaptığın “deep” sohbetlerde şu soruları da sorar mısın? Anlayalım senin secret gazateciliğinin boyunu, posunu?

1) Fethullah Gülen tarikatının bu muazzam para gücü nereden geliyor?
2) Röportaj yaptığın Taraf Gazetesi’nin finansmanı nasıl sağlanıyor?
3) Tetikçi Gazeteci ne demek?
AKP Demokratları serisi-3
Şöyle bir soru sormak istiyorum izninizle?
Emre Aköz, diye biri köşe yazısı yazmasa ne olur?
Diyelim ki, sabah Gazetesi editörleri unuttular ve sayfaya Emre Aköz’ün köşesini koymadılar…Acaba, birileri tarafından fark edilir mi?

Abarttığımı sanmayın. Bu gerçeği en iyi Emre Aköz gibi tipler bildiği için öncelikle “fark edilmek” için çırpınırlar.
İşte Emre Aköz’ün hikayesi buradan başlıyor…

***
Nasıl oluyorsa oluyor, bu Aköz bi yerlerden basına sızıyor…? Hoş, her tarafından su alan basınımıza sızmak Yargıtay’a sızmak kadar zor değil. Bu açıdan Aköz’lerin işi kolay…
Şimdi en hızlı türban savunucu olan, “ne var yani, şeriatta bir hukuk” (sonunda yani kelimesini kullanmadan kurduğu cümle sayısı sınırlıdır) diyen Aköz, Boğaziçi mezunu bir sosyolog …
Sosyolog ya, sosyal içerikli bir dergide çalışmaya başlıyor. Ülkemizin erkeklerinin cinsel ve zihinsel gelişimi üzerinde müthiş etkilere sahip Penthouse Dergisi’ni yönetiyor.

Başbakanın, arka sayfa güzellerini bile büyük bir ahlaksızlık olarak nitelediği bir ülkede porno bir derginin yayın yönetmenliğinden gelip AKP taraftarı olmak kolay mı?
Bu açıdan bakıldığında Aköz’ün saldırganlığını anlayışla karşılamamız lazım.
Ertuğrul Günay gibi fırsatı bulup bir söz ile işi kurtaramaz…Kahrolası Penthouse arşivinin künyesine ismi kazınmış bir kere…

***
Sosyal içerikli dergisinde en büyük şey yarışması düzenlerken çilmiş karikatürleri yayınlanan sosyal içerikli sosyoloğumuz, krizleri fırsata çevirebilen bir uyanık aynı zamanda…
Hortumladığı bankayı batıran patronu Dinç Bilgin Kartal cezaevine yollanırken Aköz, içi boşaltılmış Sabah Gazetesi’nde kolaylıkla bir köşe kapıyor…Bir nevi kaçak yapı gibi…Boş bulduğu alanı işgal ediyor…

Artık basının daha içinde olduğu ve sosyal içeriğinden de geldiği için şifreleri çözüyor uyanık:
Formül 1= Biraz Hıncal, biraz Haşmet, bol polemik, aman azıcık futbol, =Meşhur ol..


Bir süre bunu deneyen sosyal içerikli sosyoloğumuzun ayağına bir fırsat daha geçiyor.
TMSF Sabah’a el koyuyor…İkinci kez patronu batarken o yükseliyor.
AKP iktidarda, TMSF gazete..
Hemen Formül 2’yi buluyor= Biraz Fethullah, biraz türban, bol AKP, azıcık liberalizm…

Şimdi kaçak olarak kapattığı köşesinde yerini sağlama alıyor.
Cahil cesareti ile açıyor ağzını yumuyor gözünü…
Kim AKP’ye karşı ise tek tek tespit edip, terbiyesizliğinin dozunu artırıyor da artırıyor.

• "Atatürk daima 'kendine' yarayanı tercih etmiştir. ilkeler başkaları içindir!"
• “Rakı masasına Ahmet Necdet Sezer ile oturmak istemem”
• “Bazı Aleviler, bazı solcular, bazı Kürtler ve hatta bazı ( demokrat olmayan) liberaller bu türban konusunu önemsemiyor.”
• "tüm üniversiteler özel olmalı”

Saldırıdaki isabeti görüyor musunuz…Laikliğin mimarı Atatürk ile başlıyor. Laikliğin günümüzdeki en önde gelen temsilcisi Sezer’e geçiyor…Sonra Laikliğin kitlesel koruyucusu Alevileri kendince halledip türbana geçit vermeyen Üniversitelere dalıyor…

Sonra? Ne mi oluyor? Cumhurbaşkanımızın Çankaya Köşk’ünde kurduğu yemek masasına oturuyor. (Gül O’nun yemeğe meraklı olduğunu bilmez mi? )

***
Siyasette Özal’ın, basında Dinç Bilgin ve Zafer Mutlu’nun başımıza sardığı bu tiplerin oldukça köklü olan Türkiye basın geleneği ile hiçbir ilişkisi yok.

Bilgisizlikten cesaret, vicdansızlıktan saldırganlık, omurgasızlıktan kıvraklık alıyorlar.

Hayatı demokrasi mücadelesinde geçmiş, askeri darbelerde işkenceler görmüş, İlhan Selçuk’a “postal yalayıcı” diyebilecek kadar azgınlaşmış bir şiddettir bu.

Bu bir bozulma hali bile değildir. Bozulma ötesi bir koku durumudur…Bu adamlar varoldukça artık hiç kimse için “mürekkep yalamış”diyemeyiz…
Bu yeni tip okumuşların dillerindeki iktidar yalakalığı mürekkep yalamayı imkansız kılıyor. Emre Aköz, şu cümleyi yazarken kalem kırılmış, mürekkep kusmuştur: “İnşallah 83 yaşındaki İlhan Selçuk’a gözaltında iyi bakılır. Aksi halde hükümetin üstüne kalır”

Evet, Emre Aköz…! Katiller, Abdi İpekçi, Çetin Emeç,Uğur Mumcuları öldürürken anlaşılan sizi oralara taşıyanlar da başka cinayetler işlemişler. Yoksa siz işte böyle Türk basının üstüne kalmazdınız.
AKP Demokratları Serisi-4
AKP demokratlarının “hayatı ve eserleri”ni incelerken ortak noktaları da belirginleşiyor.
Şimdiye kadar yazdıklarımızdan, Şamil, Aköz, ve bugünkü şanslı yarışmacımız Ergun “Sabah”çı…

• Hepsinin gazetecilikte mevkii edinmeleri gazetenin batık dönemlerine denk gelirken yükselişleri AKP kanatlarıyla oluyor.
• Hepsi, etkisiz eleman…Varlıkları efendilerini memnun etme ile orantılı, yokluklarının fark edilmeyeceği kanıtlanmış.
• Tümü, iktidarı eleştirenleri eleştirerek demokratlıklarını kanıtlamak gibi çocukça gayretler peşindeler…

Madem bu “SABAH” damarı bereketli, o zaman şimdi bu damarın en şişkin (cümle anlamlı olsaydı pişkin derdim..) yerine bi dokunalım…

Gazeteciliğe aynı dönemde başladığımız bir arkadaşım Yeni Binyıl Gazetesinde çalışıyordu. Birgün sabah işe giderken gazete binasının kapısında Binyıl’ın kapandığını gördü. Dikkat isterim: Duymadı, öğrenmedi,beklemedi…Anında orada, tümüyle gazetenin kapandığını “gördü”
Bir halı dükkanı bile kapanırken hiç olmazsa kapısına “Tadilat Nedeniyle Zararına Satışlar” diye daha şık bi gerekçe asılır…

İşte, Türk basın tarihinde bir gazetenin ve çalışanlarının bu derece aşağılandığı bir olayın başında Ergun Babahan vardı. Yeni Binyıl’ın Genel Yayın Yönetmeniydi.
Adına “Bin yıl” gibi fiyakalı bir isim koyduğunuz bir gazeteyi “bir an”da hooop..kapatıveriyorsunuz…

Ortak nokta dedik ya.: İşte bu trajik olay Ergun’un yükselişinin ikinci basamağı oluyor. Önce işsiz kalıyor…Bir yıl boyunca kimse kendisine “eşeğini getir şu kazığa bağla“ demeyince Ankara yollarına düşüyor Ergun…

Güneş Taner, M. Emin Karamehmet’e ricada bulunuyor: Ergun Akşam Gazetesinin Ankara temsilcisi oluyor. Türk siyasetinin en itibarsız isimlerinin başında gelen Güneş Taner’in ricasıyla işe girmek: E..dedik ya etkisiz eleman bunlar…Ne ile çarparsan çarp…sonuç değişmiyor. Bu nedenle birikimleri yok. Birikimsiz olmak kullanılabilecek kişinin aranan özelliğidir.
***
Ankara temsilciliğini bir kariyer planlama alanı olarak gören Ergun, fihristine yeterince ilişki kaydedince “akşamdan-sabaha” yol alıyor.
Dinç Bilgin batıyor , Gazete TMSF’ye geçiyor, o genel yayın yönetmeni oluyor…Gazete Ciner’e satılınca görevden alınıyor. Sonra TMSF tekrar el koyuyor Ergun yine gazetenin başında.

Şaka gibi olaylar akıp giderken TMSF’nin kadrolu gazetecisi Ergun giderek demokratlaşıyor…Gazetesine el konuldukça yükseliyor, yükseldikçe demokratlaşıyor…

“Gazetede en önemli işim köşe yazılarını okuyup 'ortam açısından aykırı unsur var mı, yok mu' diye bakmaktı. 'Ne girecek'ten çok, 'ne girmeyecek'e yönelik bir iş olmuştu gazetecilik.”

Ergun bu cümlelerle 28 Şubat dönemindeki görevlerini anlatıyor Yeni Şafak Gazetesine…Uyanık ya…Yeni dönemin şifresini çözmüş. Yeni Şafak’a git, 28 Şubat’a küfret. Pişmanlık yasasından yararlanarak kendine yeni bir hayat kur…Yeni Şafak’ın savcıları bu itirafçıya şöyle bir soruyu neden sormamışlar: “Ergun kandeşim, 28 Şubat zamanında neden bu görevi reddetmedin..!
***
“Sabah Yönetim Kurulu Başkanı Mehmet Akif Yaşın, Babahan’ı odasına çağırarak Metin Yüksel’in yeni görevini tebliğ etti.Babahan ise “Bu atamayı kesinlikle kabul etmiyorum. Eğer ısrar ederseniz, ben görevimden ayrılayım ve köşe yazarı olarak devam edeyim” dedi…”

Bu kısa haber bile Ergun’un uyanıklığını nasıl da ele veriyor: Ben istifa ederim diyerek bir taraftan efelenmeye çalışırken, “köşeyazarı olarak kalayım diye de alttan alta ayaküstü iş bağlıyor. İtirafçı psikolojisi işte...Kendine önemli adam süsü vereceksin...İtiraf ederken sanki pazarlık gücün varmış gibi davranacaksın...

Peki bu amansız çekişmenin sonucu ne oluyor?

1) Metin Yüksel de , Ergun da görevde kalmaya devam ediyor…
2) Abdullah Gül, devreye girerek Ergun’u TMSF’ye karşı koruyor.
3) TMSF yönetiminden bir kaynak “Ergun Babahan kötü bir poker oyuncusu gibi davrandı” diyor.
-Doğrudur, banka batıran patronundan öğrenmiştir, kötü kumarı.
***
• Hıncal Uluç’un “besleme basın” dediği gazetenin yayın yönetmeni Ergun…
• El konulmuş batık bankaların kadrolu gazetecisi Ergun…
• Daha iddianamesi bile yazılmamış bir davada Ergenekon bahanesiyle yargısız infazların yapıldığı sayfaların sorumlusu Ergun…

Hiç mi iyi bir yönü, doğru bir sözü yok bu adamın diyeceksiniz…Olmaz mı? Ergenekon bahanesiyle F Tipi Cezaevlerinde kendilerini basına karşı savunmaktan yoksun kalanlara ithaf edeceğim ve altına imzamı atacağım şu satırlar Engun’a ait:

“Cahil bir tetikçinin küfürlerine, asılsız yalanlarına hedef olanların üzülecek bir şeyleri olmadığını biliyorum. Türkiye`de medyanın bir gün bu utanmaz tiplerden temizleneceğine yürekten inanıyorum.”