24 Nisan 2014 Perşembe

“Gözlerini kapa, kalbini aç”...Karşında Selman Bulut…

Radyo’da, Devrimci Müslüman çevreden Yazar, Eren Erdem ile programdaydık. Şöyle bir soru sordum: “İktidardakiler ve destekleyenleri türban, içki, kadın-erkek meselelerinde dini referansları dikkate alıyorlar. Peki, bunu kapitalizm konusunda neden hiç görmüyoruz. İslam kapitalizm ile bu kadar uyumlu bir din mi? “

Eren’in yanıtı ayrıntılı ve doyurucuydu. Peygamberin ve yakınında bulunanların yaşam biçimini örnek gösterdi. İhtiyaçtan fazla mal biriktirmenin (kenz) haram olduğunu ayet ve hadislerle ortaya koydu, sohbet bu minvalde akıp gitti. 

Programdan sonra,   Onur Ünlü’nün “İtirazım Var” filmine gittim. Filme konu edilen meseleler ile İslam tarihinde örnek gösterdiği isimler bizim Eren ile programda konuştuklarımızla birebir aynıydı, neredeyse. 


FİLMİN EKONOMİ-POLİTİĞİ
Kestirmeden girelim, Onur Ünlü’nün (Sırrı Süreya ile birlikte) ne anlattığına. 
Onur Ünlü, bize demek istiyor ki filmiyle: Bu güncel sorunların kökü, derine, asırlardır devam eden dini anlayış ile bu anlayışın biçimlendirdiği ahlak ve vicdan çarpıklığına dayanıyor. Bir: Emevi İslamı olarak nitelenen dini anlayış. İki: Bu anlayışın günümüzde kapitalizm ile bire bir  uyumlu halde iktidarını kurması… Bu temel ekonomi politik üzerinde ilerleyen film, sürekli yan pencereler açarak son derece manidar bakış açıları sunuyor.
Filmin kahramanı  İmam, “biz de Muaviye’nin İmamı değiliz” diyerek  İslam tarihinin bin yıllık karşıt iki yorumunda yerini net olarak belirliyor ve günümüze sirayet eden Emevi İslamına kökten bir reddiye gönderiyor. 


MEZHEP AYRIMCILIĞINA TAVIR
Bir kere film, son derece güzel bir sahneyle açılıyor. Cami, alışılageldiği gibi bir ilahi ile değil bağlama eşliğinde söylenen bir Alevi deyişi ile tanıtılıyor. Hem de sözleri Şah İsmail’e ait olan (Hatayi) bir deyiş. 

Muhabbet bağında bir gül açıldı
Bir derdim var bin dermana değişmem
Yüküm lal-i gevher mercan saçarım
Bir derdim var bin dermana değişmem

Deyişin içeriği anlamlı.  Çünkü İmam, aslında dertsiz başına dert alıyor bir bakıma. İnsanı sürekli ahlak ve vicdan çizgisinde tutan, dertler…Yani insanı insan yapan dertler…(Günahla sınanmayan insan Kemalete eremez) 

Üçüncü Köprü’ye  Yavuz Selim isminin verildiği bir dönemde deyişin Şah İsmail’den seçilmesi bana “manidar”  geldi. Aynı zamanda filmin tamamına hakim olan mezhepçilik, ayrımcılık karşıtı  anlayışı da çok iyi tarif ediyor bu sahne. Değilmi ki bağlama,Cemevine özgü bir enstrüman olarak algılanır ve değilmi ki sırf bağlama eşliğinde (telli kuran) ibadet edildiği için Recep Tayyip Cemevine “çümbüş evi” demiştir. İşte Onur Ünlü bu telli kuranı bir cami imamının eline vererek mezhep ayrımcılığına net bir tavır koyuyor. Sırf bu değil, Yunus Emre’den dörtlükler okuyarak da yerleşik katı,asık suratlı  sünni anlayışın tasavvuftan koparak ne kadar büyük bir zenginlikten mahrum kaldığını da yüzümüze vuruyor. İslam’ın sadece şekilsel rituellerden ibaret olmadığ, beyaz perdeden şöyle bir cümle ile ifade ediliyor,  “Gözlerin kapa, kalbini aç” 


DEVRİMCİ-ANTİKAPİTALİST İSLAM
Camiden İmama geçelim. İmam’ın adı Selman Bulut. Giyimiyle kuşamıyla bıyığıyla sarığıyla tipik bir İmam.(film boyunca üzerinde aynı gri süveter vardı)  Ama gelgelim bağlama çalması, dini anlayışı, gerektiğinde içki içmesiyle bir anti-kahraman. Bildiğimiz tüm ezberleri bozuyor. İsminin Selman olması da bana yine “manidar” geldi. Çünkü Selman ismi Selman-ı Farisi’den gelir ki Şii ve Alevi inancında çok yaygın bir isimdir. Ve Selman, Hz. Muhammed’e en yakın ve en sadık  sahabelerdendir. 
Filmde sadece Selman ismiyle simgesel anlamda değil, Ebu Zerr El Giffari’den bahsedildiği ve ondan çarpıcı sözlerin aktarıldığı sahnelerde son yıllarda giderek ilgi gören “Devrimci-Antikapitalist” İslami yorum adeta doruğa çıkıyor.   İlahiyatçı İhsan Eliaçık’ın bir vaazının bire bir aktarıldığı sahne bilenlere mutlaka Ali Şeriati’nin sol İslami çizgisinin yanı sıra Onun Ebu Zerr kitabını da hatırlatmıştır. 

Ebu Zerr, Hz. Muhammed’in sadık bir destekçisi. İslamiyet’i kabul eden ilk dört kişi arasındadır. Peygamberin vefatından sonra Hz. Ali’nin yanında yer alıyor. Osman’ın halifeliği eline alması ve “Emevi İslamı” olarak adlandırılan baskıcı, ayrımcı,devletçi  sağcı anlayışın ilk filizleri yeşerir yeşermez tüm benliğiyle bu anlayışa muhalefet etmiştir. 
Emevi yöneticilerinin devlet malını  yandaşlarına peşkeş çekmesine karşı tavizsiz mücadelesiyle öne çıkmıştır, Ebu Zerr.(Ebu Zerr ile Muavi’ye Türkiye’de Cumhurbaşkanlığı seçimine girseler hangisi kazanır acaba..?)  İhtiyaçtan fazla zenginliğin haram olduğunu bildiren Kuran ayetlerini rehber edinmiş,  sürgün üzerine sürgün yemiştir. 
Ebu Süfyan, Mervan, Muaviye, gibi İslam tarihinin eli kanlı zalimlerine karşı asla yılmamış boyun eğmemiştir. 80 yaşını aşmasına rağmen sürgün edildiği Rebeze Çölü’nde üzerinde hiçbir mal mülk olmadan yaşamını yitirmiştir. Tüm bu özellikleriyle Ebu Zerr, mezhep anlayışlarının üstünde Kuran ve Peygamber dininin simgesel ismidir. 
Filmin her sahnesine Ebu Zerr’in ruhunun sindiğini kolaylıkla söyleyebiliriz. Filmin bir sahnesinde Ebu Zerr’den aktarılan şu söz bana göre günümüz iktidarının içinde bulunduğu yolsuzluk sarmalına yapılmış en sert eleştiri,  hatta Müslümanlara çağrıdır:  “Geceyi aç geçirip sabahına kılıcına davranmayanın aklından şüphe ederim”. 


CAMİYE AYAKKABISIZ GİRİYORLAR
Camide öldürülen tefeci sık sık namazda saf tutan biri. Yaygın anlayışa göre dininde diyanetinde iyi bir adam. Ama işte bir tefeci  olduğu ortaya çıkıyor. Hem de çocuk istismarcısı bir tefeci. Cinayetten sonra camiye sinen ağır koku acaba bu tefecinin pis kokusu mu yoksa camiye girerken ayakkabılarını çıkaran polislerin ayak kokusu mu? Bu iki seçeneği pis kokunun kaynağı olarak bize sunan film, “camiye ayakkabıyla girdiler” propagandasına şahane bir gönderme yapıyor. “kapitalizmin  her türlü pisliğine bulaşan işadamları, yandaşlar, dindar görünen bağzıları ve çocuklarımızın kafasını biber gazı kapsülüyle patlatan polislerin pis kokuları camileri bile sardı ey Müslüman…Sen hala şiddetten can havliyle kaçıp camiye sığınan gençlere takılıp kalmışsın” dercesine…


DİN-HAKİKAT İLİŞKİSİ
Filmin alt okumalarından biri de “hakikat nedir” sorusuna yanıt aranmasıdır. Burada sık sık tekrarlanan “bütün korkaklar hakikatin esiridir” cümlesi ile İmam Selman Bulut’un din hakikat ilişkisinde çıktığı yolculuğun nerelere vardığı görülüyor. Öyle ki Selman Bulut, neden sadece tek bir tanrıya inanmamız gerektiğine rasyonel bir yanıt bulmak için antropoloji okuyor. Hegel’e kadar uzanıyor. Hatta, tam olmasa da işte “Hegel Kadar” yanıt bulabiliyor hakikat arayışına. Bu noktada Hegel’in hakikat anlayışı devreye giriyor. Yani, sürekli bir değişim içinde olmak ve bu değişimin temel itici gücünün de çelişkiler olması. Böylece Hegel’de varlık ile yokluk aynı kapıya çıkar. Hakikat varlığın yokluğa, yokluğun varlığa geçmişliğiyle devinimini sürdürür…


GÖNDERMELER…GÖNDERMELER..
Demiştik ya, film Türkiye gündeminde tartışılan bir çok soruna göndermelerle yüklü. Hatırlarsanız öğrenci evlerinde kızlı erkekli kalıyorlar diye bir tartışma başlatmıştı hükümet. İşte bu tartışma filmde İmam’ın öğrenci kızı üzerinden üstelik Diyanet’in memurlarının önünde ve onların çatık kaşlarının gölgesinde tartışılıyor. Tam bu sırada İmam’ın “sokarım imam nikahınıza” diye radikal şekilde imam nikahının kirleri temizleme aracı yapılamayacağı üzerine verdiği küçük vaaz filmin doruk noktalarından birini oluşturuyor. 
Sırf imam nikahı değil..Kadına uygulanan şiddet de polisin kişiliği üzerinden sorgulanıyor. Kibir diyor imam…Senin eşini dövmek istemen ama dövmemen kibirdendir ki kibir Kuran’da en büyük günahlardan sayılıyor. “[Nahl 29] -(Allah, kibredenleri sevmez.) [Nahl 23]”


BÜTÜN SAHNELER BİRBİRİNİ TAMAMLIYOR
Evet..Filmin bir çok sahnesi birbirini tamamlayarak, vermek istediği mesajı güçlendirerek ilerliyor. 
Mesela , elektrikçinin tam faiz haramdır dediği sırada vurulması. 
Mesela , her türlü pisliğin , suçun döndüğü bir ortamda taş atan çocukların sahneye girmesi (taş atan çocuklar uzun süre Türkiye gündeminde yer aldı. Yüzlerce çocuk bu nedenle ceza aldı, yıllarca yattı., çoğu cezaevlerinde tacize, tecavüze uğradı) 
Mesela, bankaların kredi kartı vermek için ısrar etmesi ve ihtiyacınız olmasa bile kredi kartını bir kez aldınız mı kullanmak zorunda kalmanız. 
Mesela tefeciden kalan bir defter var. Bu da Reza’nın rüşvet defterini hatırlattı. 
Mesela, Beşiktaş meydanında çekilen sahnede Gezi Direnişi’nde yitirdiğimiz çocuklarımızın posterleri kadraja giriyor.

  • Mesela, tefecinin soyismi Kalyoncu..Bütün ihaleleri alan ve havuza atan birilerini hatırlatıyor. 

Mesela İmam, hesabında 1.5 trilyon para olduğu için utanıyor. Mesela, hükümette tanıdığım olsa niye kredi çekmekten korkayım diyor. 

NEDEN +18

Film, Türkiye’nin gündemindeki bir çok tartışmada siyasal, ahlaki,vicdani tavır alıyor. Tam bu noktada da filmin, Kültür Bakanlığı tarafından neden 18 yaşın altındakilere yasaklandığı net olarak anlaşılıyor. Çünkü, film, yerleşik Sünni, çoğunluk, diyanet İslam anlayışına adeta savaş açıyor. Günümüz Türkiyesinde son derece cesaret isteyen  diyaloglar ve sahneler üst üste akın ediyor beyaz perdeye. Bu da AKP hükümetinin asla geçit vermeyeceği bir durumdur. Çünkü en büyük güçleri şu andaki dini anlayışın iktidarı, iktidarın da dini anlayışı sorgulamadan karşılıklı olarak birbirlerini beslemeleri, büyütmeleridir. 



***

Evet…İtirazım Var’da esaslı bir din, kapitalizm, sistem eleştirisi yapılıyor. Bu kadar çok konuda mesaj vermek bir film için risklidir aslında. Ancak son derece cesur çıkışı  seyircinin gönlünü fethetmeye yetiyor. Filmin oyuncu seçimi ve performansları ile diğer teknik özellikleri hakkında söz söyleyecek birikime sahip olmadığımı belirteyim, şu kadarını ekleyerek: Türkiye’den esaslı bir polisiye senaryonun çıkması ve bunun iyi bir kurguyla sunulması için galiba daha alınması gereken çok yol var. 

Son olarak…İmam Selman Bulut sıra dışı dedik ya…Film boyunca cep telefonu üzerinden gelen mesajlarla bilmediğimiz biriyle satranç oynuyor. Bir sahnede satranç için gelen mesajların” A” diye telefona kaydedildiğini görüyoruz.” A”’ın kim olduğuyla ilgili aklımıza en sıra dışı ihtimal geliyor, tövbe estağfurullah…
***

Filme, Eren Erdem ile başladık.Ali Rıza Demircan ile bitirelim. Sinema çıkışı  ne var ne yok diye internete göz atınca karşıma ilk çıkan haber İlahiyatçı Ali Rıza Demircan’ın açıklamaları oldu. Yolsuzluk yapmanın, rüşvet alıp vermenin,   günah, haram olduğu konusunda tek cümle etmeyen Demircan, yolsuzlukları, rüşveti hatta fuhuşu ortaya çıkaran tapelerle ilgili şöyle diyordu: “bu tapeleri dinleyip içeriklerine dair bir yargıya varmak haramdır. Sadece dinlemek bile haramdır.”


Ne diyelim...“Lâ havle ve lâ kuvvete illâ billâhil aliyyil azîm”  

10 Nisan 2014 Perşembe

NASIL?

Abdurrahman Demir,Sevdin Özen, İsa Topal, Ahmet Yahal, Barış Kıyak,Hakim Alican,
Fatih Acun, Ahmet Keskin, Bayram Ege Pehlivan, Çetin Çoşgun, Seyfettin Topal.


AVM UZAYA, İŞÇİLER MEZARA
İstanbul Beylikdüzü’nde dev bir alışveriş merkezi… AVM’nin  teması: Galaksi. İçinde Uzay Parkı ve Müzesi de var. Hemen girişte İstanbul’un “Kadir Abisi”nin  Saray Muhallebicisi.Tıklım tıklım dükkanlarda durmadan tıkınan insanlara baktıkça Madımak Oteli’nin girişindeki kebapçıda yıllarca et yiyen insanlar geliyor aklıma, midem bulanıyor. Çünkü iki yıl önce bu AVM inşaatında çalışan 11 işçi kış ortasında yanarak kül olmuşlardı. İşte bu uzay temalı AVM, bu 11 işçinin külleri üzerinde yükseldi. 700 trilyonluk yatırım yapanlar kış ortasında işçileri naylon çadırlara mahkum etmişlerdi. Allah’tan korkup, kuldan utanmayan bu adamlar göz göre göre işçileri yakmışlardı. Henüz tek bir sorumlu bile cezalandırılmadı. 


SORUMLULURA BERAAT 

Selçuk Başlar, Zübeyir Bal, Sevdat Çelik, Metin Erdoğan, Semra Bakkal, Aslan Doğan, Lezgi Şimşek, Hüseyin Tayranoğlu, Heybetullah Güleç, Orhan Saday, Kazım Nişli, Yaşar Kara,  Gülhan Çabuk, Kadir Cesur, Halit Alkan, Niavroz Mamadov,Hacıyev Sehriyar Recepoğlu, Ömer Boyraz, Ömer Vural, Hasan Akhun, Mehmet Coşkun.

Bu isimler size bir şey ifade etti mi..? 

Etmedi. 

İsimleri tek tek okumak bile zor geliyor değil mi? Medyanın yaptığı gibi kolay anlaşılır hale getirelim. 2008’de Davutpaşa’da ruhsatsız havai fişek atölyesinin patlaması sonucu can veren 21 işçi. Dava 6 yıldır sürüyor. Pazartesi günü yapılan 17’nci duruşmada Savcı, İBB, Zeytinburnu Belediyesi, Çalışma ve İçişleri Bakanlığı yetkilileri dahil sorumluların çoğu hakkında beraat istedi. 

***

Lütfü Bulut , Yaşar Bulut, Kahraman Baltaoğlu.
Daha birkaç gün önce yitirdiğimiz bu işçileri de eminim ki çoktan unuttuk. Başbakanın bir an önce bitirin dediği üçüncü köprü ve havalimanı inşaatında canı pahasına çalıştırılan bu üç işçi 50 metreden yere çakılarak can verdiler. 

***
Recep Tayyip , 12 yıllık AKP döneminde Cumhuriyet tarihinde görülmemiş gelişmenin, büyümenin sağlandığını sık sık tekrarlıyor?Öyle bir gururla anlatıyor ki sanki Bilal çalışıp kazanmış.Pazartesi günü Karşı’da,  Barış Pehlivan da yazmıştı, AKP iktidarının ilk 10 yılında 11 bin 706 işçi, iş cinayetlerinde hayatını kaybetti. Taşeronlaştırma katlanarak artıyor. Ücretler düşüyor.  


İŞÇİ CESETLERİ ÜZERİNDE YÜKSELEN FAŞİZM

Şimdi gelelim, işin en can alıcı noktasına.

AKP’nin, faşist bir düzen kurmaya çalıştığını artık net olarak biliyoruz. Ama maalesef AKP faşizminin işçi ölümleri, emek sömürüsü boyutu hiç gündeme gelmedi. Hele ki son günlerde öyle bir algı yaratıldı ki twiter , facebook ve youtube açıksa özgürüz, kapalıysa özgürlük yok. Halbuki asıl faşizm işçilerin cesetleri üzerinde inşa ediliyor. Gidin Beylikdüzü’ndeki o devasa 
AVM’ye bakın. Bir faşizm anıtıdır. 

Bu utanç anıtı AVM, büyük kutlamalar, eğlenceler eşliğinde açıldığında biz 100 binler olarak toplanıp itiraz etmedik, edemedik. 
Üçüncü köprü, havalimanı yapılmasına karşı çıkıyoruz değil mi? Geçmiş ola…Bu inşaatlarda can veren üç  işçi yapayalnız gömüldükten sonra neye, nasıl  karşı çıkacağız.? 
Önümüz 1 Mayıs.Türk iş, DİSK, KESK…Hangi konfederasyonun gündeminde bu korkunç sömürü tablosu var?

*** 

Ey Solcular.! Marks, “Bugüne kadarki tüm toplum  tarihi, sınıf mücadeleleri tarihidir.”derken, işçi sınıfını bir yana bırakarak nasıl devrim yapacaksınız?

Ey Müslümanlar! Hz.Muhammed, "İşçinin hakkını alın teri kurumadan önce veriniz, demişken, siz işçi cesetleri üzerinde yükselen AVM’lerde ki mescitlerde nasıl namaz kılabiliyorsunuz?

Ey, Liberaller, Demokratlar.! İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi,  “Herkesin adil ve elverişli koşullarda çalışma ve işsizliğe karşı korunma hakkı vardır.” derken siz bu işçi kıyımından bir kez bile bahsetmeden nasıl demokrasi üzerine saatlerce konuşabiliyorsunuz?

 Nasıl? 

1 Nisan 2014 Salı

Kime Oy Vereceğiz?

Sokakta, evde, işte…Yani hayatın içinde, “kime oy verelim “ diye o kadar çok muhabbet oluyor ki bir kısmını bu köşeye taşımak istedim. 

 “Ben CHP’li değilim, ama bu seçimde Sarıgül’e  oy vereceğim yeter ki Tayyip gitsin:” Haklısın. Yabana atılacak bir gerekçe değil. Başımızda öyle bir hükümet var ki Recep Tayyip öyle bir nefret ettiriyor ki kendisinden,  Sarıgül bile Çaregül oluveriyor. 

“Ben sosyalistim. Ama oyların bölünmesini istemiyorum. Bu nedenle içim kan ağlasa da Sarıgül’e oy vereceğim:” Sen de az tuhaf değilsin yani. Bu mantığa göre sosyalist olmayan bir partiye oy veren bir sosyalist olarak ömrün geçecek. Neyse,  hadi sen de haklısın diyelim . Yalnız yanına  mide ilacını al. Mührü Sarıgül’e basmadan önce “cemaate zulüm yapılıyor” açıklamasını hatırlarsan at bi mide koruyucu, rahatlatır. 

“Aslında gönlüm Sırrı’dan yana ama O da Abdullah Öcalan ile çok içli dışlı:” Bu durumda gönlün niye Sırrı’dan yana anlamadım.Sen Sırrı’yı tanırken O, Öcalan düşmanı mıydı? Ayrıca ne yapacaktı Sırrı Süreyya,  BDP’li, HDP’li olup Abdullah Öcalan’a düşman mı olacaktı. Kürt sorunu barış yoluyla çözülmesin, Abdullah Öcalan ile görüşmeyelim mi diyecekti. 

“Ben Ulusalcıyım. Birinci tehdit mafya tarikat, gladyo iktidarının yıkılması. Haçlı irtica Türkiye’yi bölüyor. CHP; MHP; Atlantik ve Fethullah ittifak halinde. Oyum İşçi Partisi’ne:” İşçi Partiliysen,  İşçi Partisi’ne oy ver, sözümüz yok. Ama bu seçimde mutlaka AKP devrilmeli diyorsan ki diyorsun, o zaman bu İP ile zor. Kaldı ki daha birkaç ay önce CHP ve MHP’ye ittifak çağrısı yapıyordun. Bu iki parti o zaman Atlantik cephesinde değildi de şimdi mi geçtiler o cepheye. Yüzde 1 oyla milli hükümeti nasıl kuracaksın? 

“Aslında CHP’ye oy verebilirdim. Ama CHP sağa kaydı. Sandığa gitmeyi düşünmüyorum:”  Sandığa gitmeyince CHP sola mı kayacak. CHP sağa kaymışsa sen sola kay. Git TKP’ye,ÖDP’ye oy ver. Fazla değil, TKP,  ÖDP  yüzde 2 oy alsın CHP bir daha asla sağa kaymaz, kayamaz. 

“Ben CHP’liyim ama Sarıgül’ü sevmem. Bu nedenle Sarıgül’e oy vermeyeceğim:” İşte sosyolojisine kurban olduğum bu güzel yurdumun en müstesna kişiliği sensin canım kardeşim. Değişiksin. Anlaşılmazsın. Aydın Ayaydın’ın, Sinan Aygün’ün, Mehmet Haberal’ın olduğu partiye oy verdin. Üstelik de CHP’lisin ama Sarıgül’e oy vermiyorsun. Sanki Sarıgül CHP’nin değil  TKP’nin, ÖDP’nin adayı da partiye yakıştıramıyorsun.  Dedim ya değişiksin. 

“CHP benim  desteklediğim, sevdiğim kişiyi  aday yapmadı. Çok kırıldım. İnadına gidip AKP’ye ya da MHP’ye oy vereceğim:” AKP veya MHP  senin istediğin kişiyi mi aday yaptı. CHP senin istediğin kişiyi aday yapsaydı muhtemelen bu sefer başkaları kırılacaktı. Bütün partililerin gidip canı gönülden CHP’ye oy vermesi için 20 kişiyi birden mi aday yapmak gerekir? 

“Ben örgütlüyüm. Düşüncesini benimsediğim bir parti var. Oy oranı ne olursa olsun. Gidip o partiye oy vereceğim:” İşte en saygı duyduğum kişi sensin. Ne denir ki örgütlüsün, çalışıyorsun, mücadele ediyorsun. Daha ne olsun. Gönül rahatlığıyla partine evet mührünü bas geç. Kimsenin sana tatava yapmaya hakkı yok. Yalnız, seçim sonuçlarını görünce “bu halktan adam olmaz” veya “sol neden iktidar olamıyor” diye sen de tatava yapma. 

“Ben DSP’liyim. DSP adayına oy vereceğim:” Sen gerçekten var mısın, hala yaşıyor musun? 

“Ben seçimleri boykot ediyorum:”  Güzel, eylem adamısın. Peki bundan kimsenin haberi var mı? 

“Oy verecek parti yok:” Aşırı sağdan, aşırı sola tüm renklerde, düşüncelerde 50 parti var. Ama sen oy verecek parti bulamıyorsun. Bu durumda “kur partini, geç başına” demek dışında söylenecek sözümüz yok, diyeceğim ama sen bu mükemmeliyetçilikle kendi kurduğun partiye de beğenmesizsin. 



Bu yazı 26 Mart Çarşamba günü KARŞI Gazetesi'nde yayınlanmıştır. 

Topbaş'ın dişleri

Bir anda, her metrede bir karşıma çıkınca, korktum. Sağa bakıyorum, sola bakıyorum, yukarı bakıyorum, aşağı bakıyorum. Hep aynı görüntü: Sırıtmayla gülümseme aralığında bir yüz ifadesi. Başında kask, burun ve göz çizgileriyle iyice müşfik bir havaya bürünmeye çalışan, maviş gözleriyle sevimlilik pozuna giren bir abi, "Kadir Abi".
Peki, ben neden korktum bu abiden? 
Korkumun nedenini anlatacağım ancak önce size reklam panolarına basılan "Kadir Abi"nin arka yüzündeki Kadir Topbaş'tan biraz söz etmek istiyorum. 

Rant baronu
Kaskını çıkarmış, gülümsemesini bırakmış Kadir Topbaş kim bakalım?..
Metrobüs alımında 65 trilyonluk yolsuzluk yapmak. İddiaların taşındığı mahkemeye bir kez olsun katılmamak. 
Önce işi vermek, sonra da göstermelik ihale açmak (ki Mehmet Bekaroğlu iddialarla ilgili görüntüleri yayımlamıştı).
Başbakan'ın oğluna ait olduğu ileri sürülen özel şirket adına iş takibi yapmak (Recep Tayyip'in ses kayıtlarında var). 
En az 1 milyar dolarlık park, yol, alanı olan arsayı hükümete yakın bir hastane zincirine,  beşte bir fiyatla, 210 milyon dolara peşkeş çekmek. 
Daha ne iddialar, neler neler…
Cami arsasını rezidans yapmak üzere imara açmak mı dersiniz, boğazdaki tarihi yapıyı yakınlarına peşkeş çekmek mi dersiniz…
Kadir Topbaş, tüm bu iddiaların hiçbirine doyurucu, ikna edici bir yanıt veremedi, veremiyor. 

Kaynağı belirsiz malvarlığı
Suyu bedava yaptı diye belediye başkanının görevden alındığı bir ülkede tüm bu yolsuzluk iddialarının muhatabı olan bir belediye başkanına "malvarlığın nedir" diye basit bir soruyu bile soran yok. 
60 trilyon değerinde 21  gayrimenkul, 16 şubeli Saray Muhallebicisi,  bankalarda veya evinde bulunan nakit para, mücevher, hediyelerin değeri nedir bilinmiyor bile…
Hadi bu Kadir Tobaş'ın kişisel parası diyelim ve geçelim. 
Bir de Topbaş'ın hesapsız kitapsız harcadığı bizim paramız var. Yani İBB'nin bütçesi. 
 
Yıllık bütçe tamı tamına 25 katrilyon. 18 bakanlığın bütçesinden daha fazla. 
Ama gelin görün ki yıllık 25 katrilyon para harcayan bu yönetim, 20 yılda sadece 68 kilometre metro yapmış. Bu büyük fiyaskonun üstünü örtmek için de "Her yere metro, her yerde metro" diye Gezi'den arakladığı sloganı yazıp, sırıtık fotoğraflarıyla her yere astırıyor. 
Geçen gün Karşı'da Serdar Akinan da yazmıştı. 
İstanbul'da  metronun ulaşımdaki payı yüzde 19. Bu oran Tokyo'da 96, Paris'te 87, Moskova'da 77.
İşte reklam panolarındaki "Sevimli Abi" pozunun altına gizlenen yüz bu. Halkımızın "Çalıyor ama çalışıyor" veciz sözünü bile boşa çıkarıyor. 

Gezi'nin sorumlusu
Her şeyi bir yana bırakalım…
Polisin onlarca gencin kafasını gözünü yardığı, 14 yaşındaki Berkin Elvan'ı katlettiği Gezi Parkı Direnişi'nin yaşandığı bir kentin belediye başkanı,  hala nasıl aday olabiliyor?.. Tamamen sorumluluk alanında olan bir nedenle bu ülke tarihinin en büyük ayaklanması yaşanmış,  adam İstanbul'a gelen Fransız bir turist kadar bile ilgilenmedi olaylarla. 
Bu tuhaf durumdan daha da tuhaf olan,  ana muhalefetin belediye başkan adayının Kadir Topbaş'ın bu "baron" kişiliğini seçim sürecine taşımaması. Tek bir yolsuzluğu bile gündeme getirmemesi. İnsan böyle bir Kadir Topbaş'ı bulmuş, normalde paçavraya çevirir ya… Ama ne yapıyor Sarıgül? "Rant Baronu"nun imaj çalışmasına destek verircesine "Kadir Abi, Kadir Abi" diye kekeleyip duruyor. 

***

Bizi yiyecek 
Şimdi başa, neden korktuğuma dönelim. 
Adam çelik gibi sağlam protez dişlerini yan yana sıralamış. Ucunu sivriltip kırpık bıyıklarının altından sarkıtmış. İstanbul'da artık arsa, arazi, yeşil alan, dere-tepe kalmadı. Ama bu dişler de Saray Muhallebicisi'nin sütlacıyla yetinecek gibi durmuyorlar. Adam açmış ağzını, iştahla bize bakıyor. Hazırlıklarını yapmış, seçilirse üçüncü döneminde artık bizi yiyecek. Korkum bundan. 
Bir başka korkum da sakın Sarıgül'ün de dişleri protez olmasın? 


Bu yazı 28 Mart 2014 Cuma günü KARŞI Gazetesi'nde yayınlanmıştır. 

6 Mart 2014 Perşembe

Eliniz Nerede..?

Elinizi vicdanınıza koymanız gerektiğinde nereye koyarsınız.?
Daha doğrusu vicdanınızın sesini dinlemek istediğinizde vücudunuzun neresini dinlersiniz? Kalbiniz mi, ciğeriniz mi, karnınız mı, kafanız mı? Tam olarak neresi hafif de olsa sızlar, neresi birazcık karıncalanır? 
Şimdi lütfen birkaç dakika işte tam o noktaya elinizi koyun ve bu yazıyı öyle okuyun. 
Hikayemiz kısa ve basit. Tek örnek üzerinden anlatacağım ama aslında genel bir durum. 

BİLİNMEYEN NUMARADAN MESAJ

Avukat Kemal Kerinçsiz’in cep telefonuna bir gün şöyle bir mesaj geliyor: ““Abi ağzınıza sağlık, o ırkı kırıklara dersini verdin. Gazanız mübarek olsun. Merdan” .
Aşırı milliyetçi görüşleriyle bildiğimiz Kerinçsiz, Ergenekon’da hüküm giydi. Sosyalist Gazeteci Merdan Yanardağ da Kerinçsiz’e bu mesajı yazan kişi olduğu ileri sürülerek gözaltına alındı. Kısa bir sorgudan sonra serbest bırakıldı. Beş yıl süren dava sürecinde Kerinçsiz’e mesajın atıldığı telefonun kendisine ait olmadığını kanıtladı. Bu telefonun kime ait olduğunun belirlenmesi için defalarca mahkemeden talepte bulundu. Mahkeme reddetti. Ergenekon ile ilgili yazdığı kitapta faşist, ırkçı dediği için Kerinçsiz’in kendisine hakaret davası açtığını belirtti. Ve ekledi: “Ben annem dışında hiç kimse ile ellerinden öperim diye konuşmam. Gazanız mübarek olsun demem, Benim böyle bir üslubum yok. “
Ancak beş yıl süren dava sürecinin sonunda işte bu kısa mesaja dayanılarak Merdan Yanardağ’a 10 yıl hapis cezası verildi.Yetmedi, Yargıtay sürecini  beklemeden  yakalama kararı çıkardı adına mahkeme demeye dilimizin varmadığı bu tuhaf “şey” 


TEK BİR HIRSIZLIK BULAMADINIZ

Ergenekon, KCK,ODA TV, ÇHD davalarında binlerce kişiyi dinlediler. Tek bir konuşmada bile hırsızlık, yolsuzluk, rüşvet izine rastlayabildiler mi? 
Ama , Recep Tayyip’in oğlunun, kızının, damadının, danışmanının, ortağının, bakanlarının, onların çocuklarının konuşmalarının bir dakikalık bölümü yoktur ki içinde para, rüşvet, dolar, villa, arsa, arazi, geçmesin.
Kolundaki 700 bin liralık saatin hesabını veremeyen eski bakan hala milletvekili, siyasetçi olarak ve  insan sıfatında ortalıkta dolaşıyor. Polis, yargı teşkilatı neredeyse lağvedildi. Hepi topu iki aydır tutuklu olan iki üç kişi bile hemen salıverildi. 


ANLATIN, İKNA EDİN BİZİ

Evet, şimdi tekrar bir kontrol edin…
Eliniz nerede? 
Hala vicdan diye tespit ettiğiniz o noktadaysa bir dakika daha düşünün..!
Böyle bir hukuk, böyle bir adalet, böyle bir usul nerede görülmüştür.? 
Merdan Yanardağ’a,  ne Türkiye Cumhuriyeti kanunları, ne Avrupa Birliği esasları, Ne İslam Hukuku, Ne D-8,  ne Şanghai İşbirliği Örgütü …Hiçbir esasa göre ceza verilemez. 
Verilir, diyen varsa buyursun anlatsın, bizi ikna etsin. Hukuka pek meraklı Taha Akyol  anlatsın, cemaatin ekran polislerinden Faruk Mercan anlatsın. Her türlü rezilliği pek bir sakin sakin savunan Abdülkadir Selvi anlatsın. Bavulcu Baransu anlatsın. Gazetecilik adına milleti linç edip sonra da kaçıp giden Ahmet Altan anlatsın…

***
Türkiye’de hukuk, Merdan’a bu utanç duyulası cezayı verdiği gün yerlere düşmüştü. Kalan kırıntılar da önce Muammer Güler’in , Reza Sarraf’ın önüne yatması, sonra da “Adaletin  Reza’nın önüne yatmasıyla yerin de dibine geçti. 
Elimizde adalet adına, hukuk adına bir gramlık kırıntı bile kalmadı.
Bomboş ellerimiz ama adaletin tekrar ayağa kaldırılması için ellerimiz, elleriniz önemli. 
Elleriniz rantçıların cebinde, elleriniz mazlumun yakasında , elleriniz zalimin önünde el pençe, elleriniz milyon dolarları saymada değilse…Gün gelir o elleriniz zalimin yakasına yapışır, mutlaka.   
O yüzden siz siz olun ara ara kontrol edin. 
Elleriniz nerede..?

3 Mart 2014 Pazartesi

EY SOLCU.!..

Mesele eğlenceli, mesele gırgır...Ama çok ciddi. 

Başbakanın, çocuklarının, danışmanlarının, bürokratlarının paralellerinin telefon konuşmaları akıl almaz, inanılmaz. Bu insanlar beş vakit namaz kıldığına göre bu yolsuzluk hırsızlık konuşmalarını hangi arada yapıyorlar, hayret ediyor insan. Mesela, namazdan önce mi sonra mı? Abdest alıp o arada bir rüşvet pazarlığı yapıp ardından secdeye mi duruyorlar, bilemiyoruz. Bütün hayatı dini kurallara göre düzenlemek istiyorlar. Hacca, umreye gidiyorlar. Bir genç kız ile erkeğin el ele tutuşmasını bile günah sayıyorlar. Ola ki içinde alkol, domuz yağı vardır diye bir bisküvi alırken bile helal gıda olmasına dikkat ediyorlar...
Fakat , nasıl yapmışlarsa yapmışlar, Allah, Peygamber,  selam, dua ile rüşveti şantajı, parayı, rantı bir araya getirmiş, kişiliklerine yedirmiş, harmanlamışlar. 

ŞAKA DEĞİL
Diyeceksin ki bunları niye bana anlatıyorsun…
Çünkü Ey solcu!…
Sadece gırgır değil, mesele aynı zamanda çok ciddi çok önemli. 
Tamam, 17 Aralık’tan bu yana  dalgamızı güzel geçtik.
Onların tüm samimiyetsizliklerini, yalanlarını, çelişkilerini yüzlerine vurduk. 
Ama inan ki solcu, 76 milyonluk ülkede tüm bu muhabbet beş on milyonluk sosyal medya kullanıcısı ve profesyonel siyasetçi arasında geçiyor. 
Geride kalan milyonlar ne olup bittiğini tam olarak bilmiyorlar. Bilseler de kime güveneceklerini bilmiyorlar. 
Hele seni hiç tanımıyorlar, ey solcu…
Çünkü seni, hep senin karşıtından dinlemişler. Recep Tayyip, seni nasıl anlatmışsa öyle biliyorlar. Seni, Kabataş’ta başörtülü bacılarına saldıran üstü çıplak deri eldivenli şeklinde hayal eden milyonlar var, hala…

BU KAVGA SENİN
Bu nedenle diyorum ki, olaya “Tayyip-Fethullah” kavgası olarak bakıp "biz dememiş miydik" söylemini  bırakalım artık. 
Bu kavga Recep Tayyip-Fethullah arasında verilmiyor. Bu kavga seninle onlar arasındadır, Ey Solcu…Tarihsel bir kavgadır…
Toplumu rehin almaya çalışan, yüz yıllık açlıkla doğanın ve insanın tüm değerlerine saldıran, yağmalayan bir kadro ile bir ekip ile bir şebeke ile bir yapı ile karşı karşıyayız. 
Hem, şaka değil. 8 bin KCK li içerde yatıyor. Ergenekon, Balyoz, ODA TV; ÇHD davalarında yüzlerce kişi kıytırık iddialarla tutsak. 

Önümüzde Recep Tayyip’in kazanması durumunda dört dörtlük bir diktatörlük, Paralel’in kazanması durumunda dört dörtlük bir gladyo yönetimine dönüşecek bir süreç var. Onların kendi aralarındaki çekişmelerine seyirci kalma..”Ne AKP-Ne Cemaat” diyerek kavgayı kendi sahana çek…

HAKLA KONUŞ
Ben ne yapabilirim diye uzun uzun düşünme Ey Solcu…
Evet, bunca rezillik varken başbakan için kefen giyenler var..
Evet, Hepimiz Bilal’iz diye slogan atanlar var. 
Evet, maalesef başbakanın “g..nün kılı haline getirilmiş” insanlarımız var. 
Yine de halka kızma, sinirlenme, umutsuzluğa kapılma, 
Önce gerçekçi, ol..Gücünü doğru tarif et. Ne abart ne küçümse..
Uzun uzun da düşünme, harekete geç.Ama bil ki bu artık Kadıköy'de miting yapmakla olmuyor. AKP'nin peşine takılmış milyonlarca kendi halinde -dindar, ama temelde ekmeğinin derdinde olan insanlara ulaşmak birinci hedefin olsun. 
Recep Tayyip’e laf yetiştirmeyi bırak. Halkla konuş...
Halkı küçümsemeden, onların değer verdiği simgeleri aşağılamadan, yolsuzlukları, hırsızlıkları anlat. 
Ben haklı çıktım kibri içinde olma. Önce karşındakini dinle, anla.
Kapı kapı dolaşarak, bıkmadan, usanmadan  adeta seferberlik içinde hareket ederek anlat. 
Karşındakinin kolayca anlayabileceği bir basitlikle ve karşındakinin günlük hayatından yola çıkarak anlatmaya çalış. 

Evet, Ey Solcu…

Unutma.!..Basit olanı yapmak en zorudur. Ama solculuk da bir bakıma zor olana talip olmaktır. 



Bu yazı 26 Şubat 2014 Çarşamba günü KARŞI Gazetesi'nde yayınlanmıştır

22 Şubat 2014 Cumartesi

Beyler, Ayıp Oluyor Ama..!

Birkaç hafta önce, CHP’li bir aday adayını dinliyordum 
“Bu seçim” dedi, “Türkiye tarihinin en önemli seçimi. Cumhuriyet ve demokrasi oylanacak. Türkiye Cumhuriyeti  var olacak mı? Olacaksa demokratik bir ülke mi yoksa diktatörlük mü olacak? Bu seçimde halk bunun kararını verecek” dedi. 

ADAY YAPILMAYINCA DÜNYASI YIKILDI

Bu “hoş sohbet arkadaş”, aday yapılmayınca kendisini aradım. CHP’den istifa etmeyi düşündüğünü söyledi. Kırgındı. Küskündü. Seçimlerin önemiyle ilgili birkaç hafta önce nutuk atan adam gitmiş, yerine seçim olsa da olmasa da ne fark eder, havasında biri gelmişti. Henüz partisinden istifa etmedi. Ama 30 Mart günü sandık başına gideceğinden, gitse de CHP’ye oy verip vermeyeceğinden emin değilim. 

BEN, BEN, BEN…BEN YOKSAM…

Aday yapılmayınca hemen pes etmeyenler de var. 
Hamdi Sedefçi...Edirne Belediye Başkanı. Dört dönem, yani 20 yıl Edirne’yi yönetti. Bu dönem aday yapılmayınca yarım gün bile  beklemeden DSP’ye geçti. Geçerken de partisi ve lideriyle ilgili öyle şeyler söyledi ki Tayyip Erdoğan,  Kılıçdaroğlu için  söylememiştir. Duyan da Beyefendi’yi Edirne’yi fetheden  Orhan Gazi’nin oğlu Süleyman Paşa sanacak. Kaldı ki Süleyman Paşa bile bu kentte bu kadar uzun kalmamıştır. 

OYUNA GELME OYUNU BÖLME.. 

Bakırköy Belediye Başkanı Ateş Ünal Erzen, iki dönemdir Bakırköy’ü yönetiyor. Mehmet Ali Ilıcak ve Cem Uzan gibi “kriminal” adamlarla yakın mesaide bulunmuş bu beyefendi, Baykal’ın tepeden atamasıyla gelip Bakırköy’e oturdu.Geçen seçimde DSP adayına karşı “oyuna  gelme oyunu bölme” afişleriyle Bakırköy’ü donatan Erzen, aday yapılmayınca bir dakika bile tereddüt etmeden DSP’ye geçmek üzere partisinden istifa etti. Geçen seçim astırdığı o afişleri poster yapıp her yıl değiştirdiği makam arabasının camına yapıştırsak utanır mı acaba? 


ADAYLIĞA ENDEKSLİ ONUR

Ve…Klasikleşmiş bir siyasi kişilik daha. Kadıköy Belediye Başkanı Selami Öztürk.Tekrar aday yapılmayacağını öğrenince “ Bu kadar onurumuzu, haysiyetimizi, ayaklar altına almaya kimin hakkı var” dedi. 
Bak sen!
Senin onurun, şerefin belediye başkan adaylığına mı endeksli Selami Efendi. Partiye vurayım derken kendi kendine hakaret ediyorsun, farkında mısın? 


UTANIN BEYLER, AYIP OLUYOR 

Haziran’da ve yaz boyunca Kadıköy’de Beşiktaş’ta on binlerce insanımız alanlara çıktı. Bakırköy’den yola çıkan binlerce kişi Taksim’e yürüdü. Altı gencimiz  bu ülkeyi diktatöre  teslim etmemek için canını verdi. Cebinde minibüs parası olmayan gençlerimiz yürüyerek Gezi Parkı’na gidip haftalarca mücadele ettiler. 
Niçin? 
Ateş Ünal Erzen üçüncü dönem belediye başkanı olsun diye mi? 
Selami Öztürk’ün seçime endeksli onuru, şerefi için mi? 

Mehmet Ayvalıtaş’ın annesi acıya dayanamayarak yaşamını yitirdi. 
Berkin Elvan’ın annesi 300 gündür Okmeydanı Hastanesi’nin önünde çocuğunun yaşam nöbetini tutuyor? 
Ali İsmail’in annesi acısını bal eyleyerek yumruğunu havaya kaldırıyor. 
Karşılıksız, beklentisiz, çıkarsız bir adanmışlıkla Türkiye’nin diktatörlüğe gidişine dur diyorlar. 

Ya Siz? Hamdi, Ateş, Selami beyler…Ya siz? 
Bu çocuklardan bu annelerden, bu gençlerden hiç mi etkilenmediniz? Hiç mi içinizde bir kıpırdama olmadı. Hiç mi makam odalarınızın penceresinden içeriye biber gazı kokusu girmedi, burnunuzun ucu hiç mi sızlamadı. ? 
Haziran Direnişinde ayaklanan yüz binler CHP belediye başkan adayları,  meclis üyeleri, aday adayları değildi ama büyük oranda CHP seçmeniydi. 
Seçmen diktatöre karşı canı pahasına kendini ortaya koymuşken siz yirmi yıldır size oy veren bu insanlara saygısızlık yapmakta en ufak bir tereddüt göstermiyorsunuz. 

Utanmıyorsunuz. 

Utanmıyorsunuz ama yazık oluyor, günah oluyor, ayıp oluyor beyler…


Bu yazı 21 Şubat 2014'te KARŞI Gazetesi'nde yayınlanmıştır. 

Twitter da takip et: @erdalemre

20 Şubat 2014 Perşembe

DİN VE AHLAK

Amin Maalouf “Doğu’dan Uzakta” adlı romanında,  başta Lübnan olmak üzere Ortadoğu’daki İslamcı radikalizmi ve İsrail şiddetini değişik bakış açılarıyla sorguluyor.Romanın kahramanlarından Dunia’nın ağzından söylediği şu cümle, AKP’ siyle, Cemaatiyle Türkiye’de Siyasal İslam’ın geldiği noktanın özeti gibi: "Bir dinleri olduğu için ahlaka ihtiyacı kalmamış gibi davranıyorlar" 

***

İslamcılık veya Siyasal İslam bir asrı aşkın süredir bu topraklarda varlığını sürdürüyor. 20’nci yüzyılın başlarında filizlenen ve giderek görünür hale gelen bu siyasi akım  21. Yüzyılın başında  AKP ile tek başına  iktidar oldu. 
Hem de ne iktidar.
Mahalle muhtarlığından, Cumhurbaşkanlığına kadar devletin tüm kademelerine hakim oldular. “Kılcal damarlara”  kadar nüfuz ettiler, “dava taşını gediğine koymak” üzere. 

Kendi adımıza Siyasal İslam’dan demokrasi bekleyecek kadar “saf liberal” değildik. Ancak hayata soldan da baksak  bu ülkenin milyonlarca samimi dindar insanı gibi biz de azıcık da olsa adalet, hakkaniyet adına hiç olmasa bir iki cümle bekledik. 

***
Yıllar yılları kovaladı derken iktidarlarının 11 yılı geride kaldı. 
Peki ne bıraktı bu 11 yıl.?
Hadi bizim bir an içimizden geçen beklentilerimizi bir yana bırakalım. Bizzat İslam davası peşinde koşanlara, dindarlara  ne bıraktı bu 11 yıl?  
Yirmi- otuz katlı betonarme çirkin apartmanları rezidans diye süslemek.
Bin yıllık çınar ağaçlarının gölgesinden utanmadan sağa sola mavi- kırmızı renkli plastik palmiyeler dikmek. 
Sultanahmet Camisi ile Topkapı Sarayı arasındaki alana bile otel yapacak kadar gözü dönmüş olmak. 
Rıza Zerrab’a   “önüne yatarım ya” diyen Muammer Güler’i,  Egemen Bağış’ı, Suat Kılıç’ı  Şamil Tayyar’ı, Mehmet Metiner ‘i İslamcı davanın siyasetçileri diye milletin önüne çıkarmak. 
Rasim Ozan Kütahyalı,Nagihan Alçı, Engin Ardıç, Sevilay  Yükselir gibi düzeysizliğin dibindeki tipleri davayı  savunan gazeteci olarak beslemek . Bu mudur? 


***
Peygamberin yaşamı, Kuran’ın ışığı , ecdadınızın  ihtişamı bu plastik palmiyelerin, bahçesinde rüşvet parası bölüştüğünüz bu  AVM’lerin neresinde? 
Ey, Fatihler, Latifler, Bilaller, Sümeyyeler, Tayyipler, Fethullahlar, beyler, bayanlar.
Mehmet Akif şiirlerini bunun için mi ezberlediniz ?
Okullara, kültür merkezlerine, sokaklara, Necip Fazıl ismini bunun için  mi verdiniz? 
İlim Yayma Cemiyetlerini, İmam Hatipleri, Işık Evlerini, Türgevleri bunun için mi kurdunuz? 

***
Pazartesi günü Karşı’da Hicran Vuslat Şenel yazmıştı:  “Kuşu ölen bir çocuğa baş sağlığına giden bir peygamber'in ümmetiyiz.”
Nasıl  oluyor da ümmetçilerin bir teki bile 19 yaşındaki oğlu linç edilerek öldürülen Ali İsmail’in annesine başsağlığı dilemiyor, Allah rahmet eylesin demiyor. 
Nasıl oluyor da ümmetçilerin bir teki bile  İstanbul’un ortasındaki hastanede aylardır yaşam mücadelesi veren 13 yaşındaki Berkin’in  ailesine geçmiş olsun , Allah şifalar versin demiyor. 

***
Ey, hepimiz Bilal’iz diye pankart açan Recep Tayyip için kefen giyen gençler!
Yüzyıllık davanızı 11 yılda  yüz yılın yolsuzluklarına kurban ettiniz. 
“Dava taşı”nız Kabataş yalanına, Dolmabahçe vicdansızlığına çarptı un ufak oldu. 
Yüzyıllık rüyanızla, büyük iddialarla geldiniz , ayakkabı kutularının içine sıkıştırılmış küçük hesaplarla rüşvetçi işadamlarının önüne yata yata gidiyorsunuz.
"Bir dininiz olduğu için ahlaka ihtiyacınız  kalmamış gibi”  gidiyorsunuz…
Şimdilik güle güle.
Kuşu ölen çocuk,  Ali İsmail ve diğer çocuklarla sizleri bekleyeceğiz. 
Mahşer günü görüşeceğiz.



Bu yazı 19 Şubat 2014 Çarşamba günü KARŞI Gazetesi'nde yayınlanmıştır. 

17 Şubat 2014 Pazartesi

Aferin Bize..!

Gezi direnişiyle başbakanın demokrasi süsleri pul pul dökülmüş , diktatörlüğü  kabak gibi ortaya çıkmış.
2013 sonunda ise AKP, ortağı Cemaat ile kavgaya tutuşmuş, koalisyon bozulmuş, büyük bir lağım patlamış, pislik her yanı sarmış. 
AKP-C koalisyonunun el birliğiyle Türkiye’yi köy köy, kasaba kasaba, kent kent, yağmaladığı , kendilerinin deyimiyle milletin “a…na koydukları” ortaya çıkmış. 
Ilımlı İslam sosuna bulanarak son 11 yılda emekçi halka yedirilmeye çalışılan Türkiye kapitalizmi büyük bir gürültüyle  çökerken AKP, Cemaat; TUSİAD suçu birbirilerine atma telaşına düşmüş. 

Mış, muş, müş…

Mişli geçmiş zamanla anlattığıma bakmayın tüm bunlar an itibariyle de oluyor ve olmaya devam edecek. 

Peki, oluyor  da ne oluyor? 

Daha doğrusu  nasıl oluyor da hala en çok bağıran, en tepeden bakan, kendine en güvenli ve anketlerde oyu en önde çıkan yine Recep Tayyip oluyor. 
Evet, Nasıl oluyor? 
Nasıl olduğunun yanıtı muhalefet bloğunun yakın geçmişi, şimdiki zamanı ve geleceğe bakışında yatıyor.
CHP’nin meclis odaklı olmayan siyasetten ödü kopuyor. Emine Ülker Tarhan’ın da ifadesiyle “olağanüstü dönemde olağan muhalefete mahkum” olmuş. 


***
MHP?
MHP’nin ne yapmaya çalıştığını Devlet Bahçeli’nin bile bildiğini sanmıyorum bu nedenle affınıza sığınarak bu başlığı hızla geçiyorum. 


***
Gelelim BDP-HDP’ye. 
Kendine “Mahir’lerin mirasını taşıma misyonu”  biçeceksin ama İdris Naim Şahin’in bile “oligarşi” dediği bu yağma rant, talan hükümetine karşı sus pus olacaksın. 
Ne iş..? , diye sorduğunuzda söyledikleri tek şey var:  Süreç. 
Hatta  Sırrı Sakık,  akıllara ziyan bir açıklama yaparak “bu paralar hazineye gelirse F-16'lar alınır, yine F-16'lar gider Roboski'yi bombalar, sokaklarda gaz bombasıyla halkımıza döner, diyerek yolsuzluk umrumuzda değil” dedi. . 
Sırrı Sakık’a göre sanki barışın yolu hırsızlıktan geçiyor. Ne kadar hırsızlık o kadar barış. İnsanın barışa hizmet olsun diye hırsızlık yapası geliyor. Sırrı Arkadaş..!  Otuz yıldır özlemini çektiğimiz barışı hırsızlarla mı kuracağız.? 


***
Peki ya, Ulusalcılar, İşçi Partisi ve çevresi.?
29 Ekim’de  19 Mayıs’ta yüz binleri alanlara çıkaran bu kesim, yolsuzluk operasyonlarının ilk günlerinde şöyle bir hareketlenir oldu. Ne zaman ki AKP yeniden yargılama sözlerini yarım ağız çıtlattı, ulusalcılar da başladılar Tayyip’in  ağzından ne çıkacak diye beklemeye…
Ülke gramına kadar yağmalanmış ama onlar 1999 yılında Abdullah Öcalan’ın İmralı’daki sözlerinin peşine düşmüşler. Nereye varacaklarsa buradan.


***
ÖDP ve TKP,  ne cemaat ne AKP diyebilen, net olarak düzen karşıtı siyaset yapabilen sosyalist partiler. Ama gerçekçi olarak bakarsak şimdilik büyük kitleleri harekete geçirecek güçleri yok. 
Yani, siyasi olarak örgütlü, dinamik, kitlesel tüm kesimler farklı gerekçelerle çivi gibi çakılmışlar, kıpırdamıyorlar. 

Çağımıza uygun, yaratıcı, sarsıcı, halka basitçe gerçekleri anlatan , ayrıştırmayan, itmeyen bir siyaseti ara ki bulasın. En aktiflerimiz bile  hala toplumun en yoksul kesimini aşağılayan “makarna karşılığı oyunuzu satıyorsunuz” tavrından öteye gidemiyorlar. 
Bir seferberlik havası yok. Halka inanarak, güvenerek,gençleri , kadınları ayrıca  mobilize, motive ederek alanlara  güvenle inecek bir siyasi hareketi arıyor bu toplum. 
Bu düzeni tarihinin çöp sepetine atma fırsatını bulmuşken ve de Gezi’de fırsatın ötesine geçip bir de irade ortaya koymuşken.
Siyasal İslamıyla, kapitalizmiyle, uluslararası ilişkileriyle, çatır çatır çatlayan bu oligarşik düzeni  seçim sandıklarında kendisini yeniden var etmesine teslim olursak.
 Siyasi olarak ölmüş Recep Tayyip’i yeniden diriltirsek…

Ne diyelim, CHP’lisiyle, BDP’lisiyle, Ulusalcısıyla, Sosyalistiyle,  Aferin Bize..! 



Bu yazı 14 Şubat Cuma günü KARŞI Gazetesi'nde yayınlanmıştır.