16 Şubat 2013 Cumartesi

TÜRKÜ DİLİ VE EDEBİYATI

Ruhi Su, siyasal nedenlerle tutukludur. Bir çok tutukluyla birlikte otobüsle Adana Cezaevine doğru yola çıkarılırlar. Aynı otobüste bulunan Ahmet Baba, şöyle anlatıyor: “Hepimizi bir otobüse doldurup birbirimize zincirle bağladılar. Geceleyin Niğde Ovası’ndan geçiyoruz. Çişimiz geldi. Otobüsü durdurtup dışarı çıktık.  Birbirimize zincirle bağlı olduğumuzdan  birimiz çişe oturduk mu hepimiz oturuyor, kalktık mı hepimiz kalkıyoruz. Anadolu bozkırları yaz gecelerinde dehşet güzel oluyor. Büyülü, saydam bir gece. Ayışığı altında Hasan Dağı yalap yalap ediyor. Uzakları, dağları, özgürlüğü gözlerimizle okşuyoruz. İşte tam bu anda Ruhi Su birden coşuyor. Sanırsınız Hasan Dağı binlerce, milyonlarca yıldır karnında sakladığı ateşini çıkarıyor.”
Gidiyor kalktı göçümüz
Gülmez, ağlamaz içimiz
İnsan olmaktı suçumuz
Hasan Dağı, insan olmak


Evet, Ruhi Su’nun heybetli sesinden her dinledikçe ürperdiğimiz  Hasan Dağı türküsünün öyküsü böyle.

***
Peki Türkü nedir..? Türküyü nasıl tanımlayabiliriz..?
Cahit Öztelli’ye göre Türkü; halkın iç âlemini yaşatan, beşikten mezara kadar bütün yaşayışını içine alan en dikkate değer edebi üründür. Fuat Köprülü’ye göre kendine özgü bir beste ile söylenen halk şarkılarıdır, türküler. Pertev Naili Boratav ise şöyle tanımlamış Türküyü: “Halkın sözlü geleneğinde oluşup gelişen, çağdan çağa ve yerden yere içeriğinde olsun, biçiminde olsun değişikliklere uğrayabilen ve her zaman bir ezgiyle söylenen şiirlerdir.
Anadolu insanı aşktan ölüme, doğumdan, hastalığa, yemeklerden, coğrafyaya, savaşlara kadar her derdini, her duygusunu, her isyanını türkülere dökmüş.  



***
Bu yazıda, aynı zamanda bir edebiyat ürünü olan türkülerin , romanlarda , şiirlerde daha doğrusu yazarların şairlerin dünyasında nasıl yer aldığını, yazının sınırlarından taşan duyguların anlatımında türkünün nasıl devreye girdiğini, edebiyatın türkünün, türkünün ise edebiyatın diline nasıl tercüman olduğuna örnekler sunmaya çalışacağız. Yazıda sözü geçen edebiyat eserlerini daha önce okuduysanız bir kaz daha elinize alıp şöyle biraz karıştırırken müzik çalarınızda türküler olsun. Okumadıysanız, bugünden tezi yok yolunuzu önce bir kitabevine düşürüp bir kitap alabilir,  ardından bir türkü albümü aldıktan sonra iyi bir başlangıç yapabilirsiniz.

***
Halk müziğimizin halk edebiyatımızın bilinen ilk ozanı kimdir? Araştırmacılar bu soruya Dede Korkut, yanıtını verirler. Araştırmacı Sait KÜÇÜK, Dede Korkut'un Türk coğrafyasındaki bütün ozanların piri olduğunu söyler.
Dede Korkut hikayelerinden oluşan anonim derlemenin adı: Kitabı-ı Dede Korkut alâ Lisan-ı Tâife-i Oğuzhân'dır. Yani Oğuz Halklarının Diliyle Dede Korkut Kitabı...Kitapta yer alan 12 hikayede halk türküleri, maniler, başta olmak üzere eşsiz kültür değerleri yer alır. Dede Korkut'un halk müziğindeki önemli yerinin nedenlerinden biri de ilk kopuzu yani sazı yapan kişi olarak kabul edilmesi.

Evliyâ Çelebi’nin Seyahatnâme’si , tarihi değerinin yanı sıra  edebiyatımız için de benzersiz bir yere sahiptir. Evliyâ Çelebi, seyahatnamesinde halk edebiyatına, türkülere, koşmalara, manilere ve destanlara yer verir. Aşıklardan bahseder. Aşıklardan çöğür şairleri diye söz eder. Gedayi ve Köroğlu, Evliyâ Çelebi’nin üzerinde durduğu iki halk edebiyatı ustasıdır.

Romanları tümüyle Anadolu halk kültürüne dayanan Yaşar Kemal, aktif olarak da türkü derleyicisidir. Büyük ustanın derlediği türküler “Sarı Defterdekiler” adlı yapıtta bir araya getirildi ve yayınlandı. Kitapta  koşmalar, varsağılar, destanlar, türküler, ağıtlar, mani ve bilmeceler, türkülü halk hikayeleri yer alıyor...
Yaşar Kemal türküleri şöyle anlatıyor: “Türküler tıpkı kırk bin yıl su altında kalmış, yıkanmış, cilalanmış çakıl taşı gibidir.” Yaşar Kemal’in 'Yılanı Öldürseler' adlı yapıtının adı ise birebir bir türden alınma Aynı adlı Fethiye türküsünün sözleri şöyle:
Aktaşı kaldırsalar
Yılanı öldürseler
Küçükten yar seveni
Cennete gönderseler.'


Türk edebiyatının toplumcu gerçekçi öncülerinden olan Orhan Kemal’in özellikle işçileri, yoksulları, halk kesimlerini anlatırken kullandığı  coşkulu ve akıcı dil adeta bir türkü gibi yayılır gider. Orhan Kemal ölümsüz eseri Cemile’de bir balkan türküsünü şu şekilde büyük bir coşkuyla anlatır:
"Boşnakça bir halk türküsüydü bu. Bu türküde bir Avşar kilimindeki renklerin cümbüşü vardı. Bu türküde hasret vardı, bu türküde arzu, bu türküde aşk. Bu türkünün motifleri Hint’de, Çin’de, Kazablanka’da, New York’da, Po Vadisi’nde, Güney Amerika Bozkırları’nda, Orta Anadolu’da da vardı. Bu türkü insanlığın hasretlerini, arzularını belirten nakışlarla işli bir türküydü.”


Tarih ile edebiyatı buluşturan romanlarının yanı sıra köy yaşamını ve köylü kültürünü usta bir şekilde anlatan Kemal Tahir, eserlerinde sık sık türkülerin anlatım gücüne başvurur. Kemal Tahir'in önemli romanlarından Sağırdere'de de yöreye ait bir türkü şöyle anlatılıyor. Romanın baş kahramanlarından Mustafa çalışmak için Ankara'ya gider. İnşaatta taş ustası Cemal Usta'nın çırağıdır. Bir çalışma anında gurbetçi Cemal Ustanın dudağından bir türkü dökülüyor. Çiçekdağı yöresine ait bu türkü şöyle:
Babınadır, deli gönül babına
Koç yiğitler sığmaz oldu kabına
Al çamın, boz meflenin dibine
Köfür köfür yatmamıza ne kaldı.


Necati Cumalı’nın bir şiirini, hikayesini ya da romanını okudunuz mu? Okumadıysanız şu andan itibaren okumaya karar verip  edebiyatımızın usta bir ismiyle daha tanışabilirsiniz. Cumalı’nın  şiirleri gibi hikaye ve romanları da son derece dokunaklı, aşk, ayrılık gurbet temalarını yoksul inşaların hikayeleriyle birlikte anlatır. 1921’deki mübadelede Batı Trakya’dan İzmir’e göç eden bir ailenin çocuğu olan Cumalı, Zeliş adlı romanında Cemal ile Zeliş’in aşkını öyle duru, öyle coşkulu öyle sürükleyici anlatır ki tıpkı ardarda söylenen içli türküler gibi akar gider kitap. Cemallerin çardağı ile Zeliş’lerin çardağı birbirine çok uzak değildir. Cemal, Zeliş’in dikkatini çekmek amacıyla kurumuş otları bir yere toplar ve ateşe verir. Cemal’in kardeşleri yanan ateşi keyifle seyrederler. Cemal, Zeliş’in duyacağını düşünerek türküler söyler.
Cumalı, türkülere olan tutkusuna sadece romanlarında yer vermekle kalmamış. Türkülere şiir de yazmış:

Ne söyler bu türküler
Ay karanlık gecelerde yüzen gemiler
Sevilip sevdikten sonra
İnsan böyle yalnız mı kalır
Bahtına hatırlamak mı düşer



Türk Edebiyatının büyük isimlerinden Ahmet Hamdi Tanpınar’ın Huzur ve Saatleri Ayarlama Enstitüsü adlı romanları günümüzde de okuyucudan büyük ilgi görüyor. Tanpınar'ın  İstanbul, Ankara, Er¬zurum, Konya ve Bursa'yı anlattığı "Beş Şehir" adlı deneme kitabı ise kendi alanında bir şaheser olarak kabul edilmektedir. Tanpınar bu eserinde beş şehrin mimarisini, tarihini, kültürünü, müziğini, hatta seslerini çarpıcı bir tarzda anlatıyor. Tanpınar, Konya'yı anlatırken  türkülere adeta  başrol verir.
Tanpınar için Konya demek Selçuklu târihi, Mevlânâ ve Orta Anadolu Türkleri demektir. Yazarın İç Anadolu türküleriyle karşılaşmasını anlattığı seferberlik dönemindeki hatıralarını da naklettiği  5 Şehir'de şöyle çok önemli bir cümleyi yazmaktadır: "Anadolu’nun romanını yazmak isteyenler ona mutlaka bu türkülerden gitmelidirler.”



Sadece Türk edebiyatının klasikleşmiş ürünleri ve yazarlarında değil. Güncel edebiyatın bir çok eserinde de Türküler  yazının mimarisinin içinde önemli bir unsur olarak yer alırlar.
Edebiyat ve sinemamızın usta ismi Vedat Türkali’nin Tek kişilik ölüm adlı romanı Türkiye Komünist Partisi’nin tarihinden bir kesiti, idamı bekleyen bir genç ile o gencin yıllar önce boşanmış anne babasının etrafında bir dram eşliğinde anlatır.
İdama mahkum edilen oğlunu cezaevinde ziyarete giden babanın bekleme salonunda iç konuşmasındaki duygu yoğunluğu yine bilinen bir türkünü oluşturduğu ortak hafızayla birleştiriliyor:
“Ocağın yanındaki masadan kalkan kadınlara baktı. Gencecik onlar da.  Acılı, eski bir türkü gibi her şey !  ''Mızıka çalınır düğün mü sandın. Al yeşil bayrağı gelin mi sandın, Yemen’e gideni gelir mi sandın…gözleri yandı, yanacak..Çevirdi başını. İtelemeye çalıştığı son dizeler çakılmıştı içine. ''Dön gel ağam dön gel dayanamirem. Ağam öldüğüne inanamirem.'' Nedir çilesi bu ülke insanının? Şimdi de gencecik kadınlar cezaevi kapılarında. Al kızıl bayrağı gelin mi sandın?..  Cezaevine gireni çıkar mı sandın? Hiç mi bitemeyecek bu acı türküler ? “


Oya Baydar’ın yeni yayımlanan son kitabı “O Muhteşem Hayatınız” da Dersim İsyanı ve sonrasında yaşanan dramlar yer alıyor. Yerel ezgiler, türküler, deyişler, ağıtlar Baydar’ın romanının  en önemli unsurlarıdır adeta. Anlatıma derinlik, duygu yoğunluğu katan unsunlar…
***

Ve..Şiirin,  şairin  dünyasında türküler..
Halk şiiri geleneği zaten türküyle iç iç içedir. Her türkü bir bakıma bir halk şiiri örneğidir. Ancak geleneksel halk şiirinin ötesinde modern Türk şiirinde de türkü dilinin etkisini güçlü şekilde hissettiğimiz şairler var.

Bedri Rahmi Eyuboğlu...Dünyaca ünlü ressam ve şairimiz. Bedri  Rahmi, şiir, resim,  gravür, seramik, heykel, vitray, mozaik, hat, serigrafi gibi birçok formlarda eserler üretti. Tüm bu eserlerin ortak noktası ise türküler, halk kültürü ve halk edebiyatıydı. Çünkü Bedri Rahmi Eyüboğlu, geleneksel sanatları batı sanat teknikleriyle birleştirerek çok başarılı eserler üretti. Anadolu'dan evrensele giden yolu sağlam adımlarla yürüdü.
Türkülerden,  halk kültüründen damıttığı doğa ve insan sevgisini yaşama sevincine dönüştürdü. Bu sevinçle ürettikçe üretti. Bedri Rahmi Eyüboğlu'nun türküleri anlattığı "Türküler Dolusu" adlı şiiri bir halk müziği manifestosudur adeta.

Ah bu türküler, köy türküleri
Olgun bir karpuz gibi yarırılır içim
Kan damlar ucundan, murekkep değil
işte söz, işte ses, işte biçim:
'Uzun kavak gıcım gıcım gıcılar'
iliklerine kadar işlemiş sızı
Artık iflah olmaz kavak ağacı
Bu türkünün yüreğinde sancı var


Orhan Veli’nin meşhur şiiri “İstanbul Türküsü’nde şöyle bir bölüm var:
Urumelihisarı’na oturmuşum;
Oturmuş da, bir türkü tutturmuşum:
“İstanbul’un mermer taşları;
Başıma da konuyor, konuyor aman, martı kuşları;
Gözlerimden boşanır hicran yaşları;
Edalı’m,
Senin yüzünden bu hâlim.”


Bu şiirden de anlaşılacağı gibi Orhan Veli, türküleri çok seven bir şairimiz. Orhan Veli’nin en sevdiği türkü ise “Kazım’ın  Türküsü” başka bir adıyla “Mezar Arasında” adlı türküymüş. Orhan Veli’nin yakın arkadaşlarından Fikret Otyam şöyle anlatır:
Beyoğlu, ara sokakta “Mösyö Lambo”nun  dem yeri. Mösyö Lombo ispirto ocağını yaktı. Tenekeyi koydu, üzerine de mezemiz çirozları. Orhan Abi yine dalgın. Ressam şair Metin Eloğlu, Orhan Veli’yi işaret ediyor. Kırılır mı hiç. Bir yudum aldan alıp avazlıyorum:

Mezar Arasında Harman Olur Mu
Kama Yaresine Aman Derman Olur Mu
Kamayı Vuranda İman Olur Mu
Aslanım Kâzımım Aman Yerde Yatıyor
Kaytan Bıyıkları Aman Kana Batıyor
***


Bu yazımızı edebiyat ile türkü dünyasının iç içeliğini anlatan, yıllardır bu iki dünyada anlatılan neredeyse efsaneleşmiş, bir anı ile bitirelim. Dertli, duygulu türkülerin ardından biraz gülümseyelim. Aşık Veysel ve Yaşar  Kemal’in hoşgörüsüne sığınarak.
Türkülerimizin büyük ismi dünya çapında ozanımız Aşık Veysel'in edebiyat dünyasından çokça dostları vardı. Ahmet Kutsi Tecer'in Veysel ile yakın dostluğunun ötesinde Yaşar Kemal, Rıfat Ilgaz gibi isimlerinde  Aşık Veysel ile oturmuşluğu kalkmışlığı vardır...Aşık Veysel ile Yaşar Kemal'in dostluğu üzerine   anlatılan gülümseten bir anı vardır. Bu anı iki değişik şekilde anlatılır türkü ve edebiyat dünyasında
Aşık Veysel'in iki gözü Yaşar Kemal'in bir gözü kördür. Rıfat Ilgaz, Sirkeci'deki bir lokantada arkadaşları ile yemektedir. Bir ara dışarı baktığında, Yaşar Kemal'in  Aşık Veysel'in kolunda, tramvay durağına doğru koştuklarını görür. Arkadaşlarına dönerek, "Şu Allah'ın işine bak. İki kişiyi tek gözle koşturuyor." der.
Bu anının bir başka versiyonu da şöyle anlatılır. : “Aşık Veysel ile Yaşar Kemal kol kola İstiklal Caddesi’nde yürüyorlarmış. Malum Aşık Veysel’in iki gözü, Yaşar Kemal’in ise bir gözü görmüyor. Sait Faik bunları görmüş ve koşarak Çiçek Pasajı’na gitmiş; ‘Arkadaşlar az önce iki kişi gördüm tek gözle yürüyorlar’ demiş.”




Bu yazı Yurt Gazetesi'nin 16 Şubat 2013 Cumartesi günü Kültür Eki'nde yayınlanmıştır.