30 Mart 2013 Cumartesi

TARİHİN DERİNLİKLERİN GELEN BİR ÇIĞLIK: GARİP BÜLBÜL NEŞET ERTAŞ

Halk Müziğinin büyük ustası Neşet Ertaş kendisiyle yapılan bir söyleşide ”benim eserlerimi aslına en uygun okuyan Erol Parlak’tır” demişti. Erol Hoca da Ustanın bu güvenine layık bir eserle Neşet Ertaş hakkında şimdiye kadar ki en kapsamlı çalışmayı yaptı. İstanbul Teknik Üniversitesi Türk Müziği Devlet Konservatuvarı Ses Eğitimi Bölüm Başkanı Doç. Dr. Erol Parlak’ın 16 yıl önce başladığı kitabı “Garip Bülbül Neşet Ertaş” adıyla Demos Yayınları’ndan çıktı. Bin 400 sayfalık titiz çalışmada sadece Neşet Ertaş’ın hayatı, eserleri, şiirleri, türküleri, notalar, fotoğraflar yok. Erol Parlak bize tarihin derinliklerinden seslenen bir Neşet Ertaş sunuyor. Abdalların tarihi, Anadolu’daki değişimin Abdallara yansıması, Horasan’dan yola çıkan “Yol Uluları”nın Balkanlara doğru uzanan serüveni, Alevilik, Bektaşilik, Anadolu hümanizmi…Bir tarih, sosyoloji, halk bilimi kitabıyla karşı karşıyayız. Kitabı okuyup kapağını kapattığımızda şimdiye kadar sezgisel olarak sevdiğimiz dinlediğimiz Neşet Ertaş’ı bu sefer bilinçle, bilgiyle daha farklı bir kulakla dinlemeye başlıyoruz. Ustanın her türküsü sanki asırlar öncesinden günümüze gelen bir çığlık… Ve bu çığlığı 21. Yüzyıla taşıyan Neşet Ertaş’ın müthiş yeteneği, dehası…


Erol Hoca’nın “yaşadığını söyledi, söylediğini yaşadı” dediği Neşet Ertaş’ı bir kez daha saygıyla anarak başladık Erol Parlak ile söyleşimize…




Abdal ne demek, Teber ne demek?
Abd, kul demek, Abdal da hakkın kulu anlamına geliyor. Badal’ın çoğulu olarak başka bir anlamı daha var Abdal’ın…Badal ve giderek bedel kelimesine dönüşen Abdal, ruhu için nefsini bedel veren, nefisten vaz geçen , yani dünya malı, para pul, maddiyat, mülkiyet, bunların hepsinden vazgeçen demek. Büyük savaş sonrasında (Yavuz Selim ile Şah İsmail arasındaki savaş ve Alevi katliamı) Anadolu’da büyük bir ayrışma oluyor. Bizim coğrafyamızda suyun akışını değiştiren bu önemli savaştan sonra Osmanlı Sünni –Ortodoks bir tavrı benimsiyor. Bundan Abdallar da etkileniyor. Bu etkilenmeyle veli, ermiş anlamındaki Abdal kelimesi itibarsızlaştırılıyor. Serseri, tembel, köle gibi düşük anlamlarda kullanılıyor. Mesela sözlüklerde aptal kelimesi yok aslında. Abdal’ın itibarsızlaştırılarak aptala çevrilmesi sonucu dile yerleşiyor. Hani biz söz vardır; “Aptala malum olur” derler. Aptala niye malum olsun, aptal zaten aptaldır. “Abdal’a malum olur çünkü Abdalın en önemli özelliklerin biri de sezgi gücüdür. Abdal sezinleyendir. Kulak verip dört köşeyi dinlemiş deniyor ya, kimsenin görmediğini, kimsenin sezinlemediğini sezinlerler Abdallar.
İşte Abdal’ın aptala dönüştürülüp itibarsızlaştırılması sonucu ortaya Teber lafı çıkıyor. Aynen Çingenelerin kendilerine Çingene yerine Roman demesi gibi. Şu anda alanda, Abdalların bulunduğu bölgelerde Abdal lafını söylediğiniz zaman reddediyorlar. Daha da özelinde teberden de sıyrılarak usta terimini kullanıyorlar. Ustalar diyorlar kendilerine.



Abdalların Alevilik içindeki yeri nedir?
Alevilik sonradan şekillenen bir şey. Başlangıçta Dervişler, Abdallar yolu var. Anadolu’ya geldiler, tasavvufu biçimlendirmeye, inancı etkilemeye başladılar. Bir müddet sonra da Alevi-Batını öze sahip çıktılar. Mevlana Celalettin Rumi de bir derviş, bir abdal aslında. Sonrasında Alevi-Bektaşi kimliği öne çıktı. Zamanla Bektaşilik de geriye çekildi, Alevilik kimliği daha çok kullanılmaya başladı.

Abdalların inanç yapısıyla ilgili şu dörtlük çok önemli.


Abdallığın binasını sorarsan
Allah bir Muhammed -Ali Abdaldır
Hakikat ilminin aslın sorarsan
Cümle ululardan ulu abdaldır.


 
Bu dörtlük inancın köküdür. Hatta kitapta da yer verdim şöyle bir dörtlük de var


Muhammed kırklara bir hayal gördü
Ol hayal ne imiş aslına erdi
Firdevs-i a'ladan içeri girdi
Öten bülbüllerin dili abdaldır


 
Yani uluların ulusu da Abdal, bülbüllerin dili de Abdal. İşte kitaba ismini veren “Garip Bülbül” tanımlaması da buraya dayanmaktadır.



Neden bu kadar kapsamlı bir çalışma yaptınız? Bu tarihi,sosyolojiyi bilmeden Neşet Ertaş anlatılamaz mı?
Anlatılamaz. Şimdi düşünün ki Anadolu’nun haritada kimsenin yerini pek gösteremeyeceği bir ilinden, horlanan bir gariban elinde sazıyla çıkıyor geliyor. Türküleri, sesi, sazı güzel. Bütün Türkiye O’na kilitleniyor. Öyle bir sanat koyuyor ki ortaya yarım yüzyıla yakın bir süredir aşılamıyor. Bütün inançlar bütün etnisiteler O'nu seviyor. Sebebi işte bu dervişler yoludur. Anadolu’nun her karışında izleri bulunan, oradan inancımızın içerisine giren, bizim duyularımıza , duygularımıza hissedişimize, adeta kılcal damarlarımıza kadar ulaşan bir gönül mirası var. O gönül mirasını kavrayıp içiresinde Neşet Usta’nın yerini belirlemeden Neşet Ertaş’ı anlamanın, cenazesinde ortaya çıkan fotoğrafı izah etmenin mümkünü yoktu.



Peki Abdalların yaptığı müziğin belirleyici unsurları nedir. Abdal müziği diyebileceğimiz bir müzik tarzı var mı?
Aleviler ayrımcılık yapmadığı için gittikleri yerlerde karışıp, kaynaşıp asimile olmuşlar. Abdal kişiliği de kaybolmuş. Kültürün içinde var ama bir teori olarak abdal müziği yok ortada. Abdalların böyle çok meydanda durdukları yerlere dikkat ederseniz daha çok ayrımcılığa uğradığı yerlerdir. Orta Anadolu, Çukurova ve Güneydoğu’nun belli bölgeleri. Ege’de Aydın Germencik’ten başlayarak Kuzey’e doğru gider. Anadolu’nun her karışında aslında Abdal müziği var ancak asimilasyon nedeniyle abdal müziğinin sadece arta Anadolu’ da söylenen müzik olduğu sanılıyor. Adını Abdal müziği olarak koyamasak da bugün dinlediğimiz deyişlerin, semahların altında da abdalların yolu, inancı, müziği var.



Anlattığınız bu tarihsel süreç içinde Muharrem Ertaş, Hacı Taşan, Çekiç Ali bir de Neşet Ertaş mı, yoksa Neşet Ertaş bambaşka bir kimlik mi?
Evet, Neşet Ertaş bambaşka bir kimlik



Neden?
Neşet Ertaş’a gelene kadar bu sanat tamamen öz kimliğiyle biçimlenmiş. Bir eşeğin sırtında gidebildiği yere kadar giden bir Muharrem Ertaş, bozulmamış, Horasan ağzını temsil eder. Biraz Anadolu havasına bürünmüş bir Horasan Türkmen’i Muharrem Ertaş. Neşet Ertaş’ın çıkışı ise plak ve müzik sektörünün oluştuğu döneme denk gelir. Neşet Ertaş Anadolu’yu, hem de üç defa karış karış dolaşmış. Kendi köküne tutunuyor ama duyduğu her şeyin de bir bakıma etkisinde kalıyor. Duyduklarını, aldıklarını O muhteşem süzgecinden geçirerek bambaşka bir şeyi çıkarıyor ortaya. Köke bakıyorsunuz tamamen kimliği belli. Muharrem Ertaş’tan gelen sağlam damarı o kadar geniş harmanlamış, öyle renklerle bezemiş ki…



Neşet Ertaş’ı dinlerken bize benzersiz, eşsiz gelen nedir? Sazı mı, sözü mü, yorumumu. Nedir Neşet Ertaş’ın sırrı?
Bir kere o dervişler yolundan gelen o insana aşık öz var ya, hak ve halk aşıklığı. O müthiş bir şey. O ruhla söylediği anda zaten ağzından dökülen her şey çok sarıp sarmalayıcı geliyor. Son derece mütevazı, toprak gibi olduğu için –ayaklarınızın türabı, gönüllerinizin hizmetçisiyim, diyordu- herkese çok samimi geliyor. Bunun yanında müthiş bir sanat dehası var. İnanılmaz bir saz tavrı, müthiş bir vokal tekniği. Bunların yan yana gelişiyle de benzersiz bir sanat estetiğine ulaşıyor Neşet Ertaş. Neşet Ertaş’ın bir farkı da işte bu estetik düzey. Sanki Avrupa’da, Amerika’da sanat okullarında estetik okumuş. Bir ümmiden beklenmeyecek, inanılmaz bir estetik duyuşu vardı. Babasında , aşiretinde hiç kimse de bu estetik yok. Ama Neşet Ertaş çalıp söylemeye başladığında karşınıza estetik eğitim almış müthiş bir sanatçı çıkıyor. Bir de Türkülerde çok tatlı bir dil var. Başka biri olmaya hiç özenmedi ve dilinden hiç taviz vermedi. O tatlı Türkmen Türkçesiyle söyledi.



21’nci yüz yıldayız. Günümüzün koşulları farklı. Neşet Ertaş’ın kaybıyla bu müzik üretimi (abdal müziği) son mu buldu.
Neşet Ertaş yaşarken aslında son bulmuştu. Çünkü değişim ve dönüşüm süreci Anadolu üzerinde değiştirme ve dönüştürme süreci olarak uygulandı. Sürekli göçler, kültürlerin ve dillerin parçalanması, başkalaşma, yozlaşma v.s küresel patronların dünyaya dayattığı bir durum. Toplumun içini boşaltarak tek tipleştirme ve kendi ürününü pazarlama stratejisinden herkes gibi Abdallar da payını aldı. Bir de Abdallar için özel bir durum var. Ekmeği kaybettiler. Eskiden köy düğünleri üç gün, yapanın durumuna bağlı olarak bir hafta sürerdi. Bu düğünlerde müziği Abdallar yapıyordu. Ciddi şekilde ekmeklerini kazanıyorlardı. Zamanla salon düğünleri çoğaldı ve düğünlere piyanist şantörler girmeye başladı. Köylüler bile dans etmeye başladı. Abdalların rolünü piyanist şantörler kaptı. Bu şekilde ekmeklerini kaybedince kendi topraklarından çıkıp başka memleketlere göç ettiler. Baktılar ki bu yol yol değil, artık geçim sorununu çözmüyor, yeni yetişen nesiller bu sanata meyletmedi.



Ama bir yandan da konservatuvarlarda –sizin hoca olduğunuz İTÜ başta olmak üzere- gençler , eğitimli müzisyenler daha fazla Neşet Ertaş’ı, Abdal müziğini çalıp söylüyorlar?
İşin güzel tarafı bu zaten. Evet Abdal müziği kendi alanında bitti. Ama entelektüeller Neşet Ertaş’ı keşfetti. 2000’erden itibaren başlayan süreçte üniversiteliler akın akın O‘na doğru koştular. Özellikle bizim konservatuarımızda baş referanslarımızdan biri Neşet Usta. Gençler özellikle O’nun tavrını öğrenmek istiyorlar. Elinde sazı olan, türkü söylemek isteyen gençler için Neşet Ertaş’ın tavrı aşılmaz bir zirve olarak duruyor. Bana göre de bu müziğin kurtuluşu buradadır. Artık entelektüelin sahip çıkması gerekiyor.



Bu kitabı yazmaya ne zaman başladınız, ne kadar sürdü?
16 yıl önce başladım. Hiç acele etmedik. Üstad da acele etmedi ama gözümün içine bakıyordu artık bitsin diye. Ancak ne yapmak istediğimi biliyordu. O’nun beklentisi şiirlerinin, türkülerinin notalarının bir kitap içinde toplanmasıydı. Bütün beklentisi buydu. Neşet Ertaş’ı anlamak ve anlatmak lazımdı. Bu da çok büyük bir çalışmayı gerektirdi. Üstad’a soruyordum, şu eser senin mi mi diye bir sahibi çıkmazsa benimdir, diyordu. Ya da kaç eserin var diye sorardık, halkımız ne kadarını benimsemişse şeklinde yanıt verirdi. Ardına hiç düşmemiş. Yıllar yılı o plaklar çoğaltıla çoğaltıla, firmalar arası geçişlerle öyle bir hal almış ki…Eserleri paramparça edilmiş başkaları üstlerine kaydetmiş. Kalan müzik eserlerini meslek kuruluşuna kaydederek ve albümlerini bir araya toplayarak büyük ölçüde kontrol altına alındı...




Bu Röportaj 30 Mart 2013 tarihli Yurt Gazetesi'nin Kültür Eki'nde yayınlanmıştır